Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Broken

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
Broken Left_bar_bleue100/100Broken Empty_bar_bleue  (100/100)

Broken Empty
MesajKonu: Broken   Broken Icon_minitimePaz Kas. 20, 2011 6:20 am

Broken Nj4w

"Belki," diye fısıldadı genç kadın. "Her şey daha güzel olabilirdi." Sustu genç adam. Genç kadının dudaklarına küçük bir öpücük kondurarak mırıldandı. "Hala daha olabilir," dedi. Sonra kadının konuşmasına izin vermeden dudaklarını kendisininkilere mühürledi.
# BROKEN #
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
Broken Left_bar_bleue100/100Broken Empty_bar_bleue  (100/100)

Broken Empty
MesajKonu: Geri: Broken   Broken Icon_minitimePaz Kas. 20, 2011 6:53 am

    Gökyüzü, hüzünden nasibini almış, kıyametleri kopararak ağlarken yağmur damlaları yeryüzünden intikam almak isteyen ateşli bir aşık gibi, camlara vuruyor, kendi hayatının sönceğini bile bile, tüm gücüyle ölüme koşuyorlardı. Camlar ise, yağmurun bu sinirini anlayamamış, dik ve kusursuz oldukları yerde yağmurun çırpınışlarına bakıyorlardı. Bir yağmur damlası daha, cama sertçe vurduktan sonra cam yine tepki vermezken camın başına oturmuş, düşüncelerinin birbirleriyle savaştığı dünyasında kaybolmuş, kulağında yağmurun sesi, aklında savaşın, acının ve kalp kırıklarının bağıran kelimeleri olan genç kadın derin bir nefes aldı. Buz mavisi rengi gözlerini bir an için pencereye çevirdi.

    Yağmur, birçok kişinin aksine ona huzur verirken, en büyük fırtınalar bile genç kadını rahatlatırdı. Gök gürültüsü onun için kırık bir kalbin çırpınışları, ölümün haykırışı, yağmur her saniye kayıp ettiği insanlar, şimşek ise kalbini ortadan ikiye bölen kırıcı sözlerdi. Her şey basit, fakat bir o kadarda karışıktı. Anna Lizzie Malfoy, oflayarak kalbini dinlendirdikten sonra yeniden az önce okuduğu kitabın sayfalarına dönmek istediyse de psikolojisi buna izin vermezken, düşüncelere dalmadan önce okumaya çabaladığı kitabı nazikçe kapatarak oturduğu koltuğun yanındaki sehpaya koydu. Gözleri yeniden dışarıya giderken evde oturmaktan sıkıldığını anlayarak ayağa kalktı. Bu huzurlu ortam, bu saate kadar güzel olsa da içine düşen karamsarlık çoktan dünyasını sarmalamıştı. Bu havayı dağıtmanın tek yolunun, biraz yürümek olduğuna kanaat getirerek kapıya ilerledi. Ceketini üzerine geçirirken muggle icadı şemsiyeyi elinin tersiyle iterek biraz ıslanmanın fena olmayacağını düşündü. Kapıyı kapatarak çıktıktan sonra yağmur damlaları genç kadın üzerine üzerine gelirken, Anna Lizzie Malfoy kömür karası saçlarını savurdu.

    Şu an olmak istediği tek yer, tüm karamsarlığı ile onu bütünleyen yerlerden biri olan Knokturn Yolu'ndan başka bir yer değildi. İçinde anlam veremediği bir boşluk, hava henüz zifiri karanlıkken orada olmasını söylüyordu. Ve o da içinden geçen sesi dinledi. Knokturn'a cisimlendiği anda yağmurla yeniden buluştu. Soğuk damlalar saçlarından, yüzünden ve üzerindeki ceketten yavaşça süzülüyor, genç kadınsa her zamanki kararlı bakışlarıyla onu aldırmadan yalnızca yürüyordu. Tek tük birkaç kişi hariç kimse yoktu, olmasını da beklemiyordu Anna zaten. İnsanlar için uyku kıymetliydi, bu evrenin en karanlık büyücüleri dahi olsa herkes için geçerliydi. Şimdi ise Knokturn'da sessizlik ve sukûnetin yakıcı tadı vardı. Yağmur ise az önce olduğundan da şiddetli yağarak, tüm yaşanmışlığıyla genç kadının üzerine çöküyordu. Nedensizce durup, sadece ıslandı Anna. Ardından yaptığının ne kadar gereksizce olduğuna kanaat getirerek çevresine bakındı. Malikaneye gitmek istemiyordu, Alyssha onları bırakıp gitmişti, üç gündür ondan haber dahi almıyordu Anna. Kimberly'le Daphné ise kendi dertlerindeydiler. Açıkçası bu sefer genç kadının, o çok sevdiği kardeşleriyle uğraşacak hali dahi yoktu.

    Ayakları onu Argus Sielon Book Store'a götürdüğünde, Lorean'ın karanlık taraf adına seyahate çıktığını hatırlayarak içini çekti. İçeri girerse kızmayacağını bildiğinden, kapıyı yalnızca onun düzeyinde bir büyücünün kırabileceği bir büyüyle açtı. Ardından içeriye girdi. Kitaplığın arkasındaki dolaba giderek kendisine bir ateş viskisi çıkarttı. Tek dikişte bitirdi, zor olmamıştı. İkinci şişe ve üçüncü şişe ise aynı hızda bitti. Anlayamamıştı Anna bunun sebebini, yine de kendisini öyle muhtaç hissediyordu ki içkiye, dördüncüyü de devirdi. Birdenbire başına saplanan ağrıyla dişlerini sıktı. Gözleri dolmuştu, Merlin adına, dünden beri ne sulu göz olmuştu! Marcus, Merlin'in cezası, nefret ettiği, delicesine aşık olduğu Marcus. Dün saatlerce birlikteydiler, tek kelime dahi etmeden oturmuş, geçmişin hasretini gidermişlerdi. Susmuş, sessizlikte konuşmuş, sevişmiş, deliler gibi gülmüşlerdi. Ağlamışlardı. Ve şimdi genç kadın ağlamak üzereydi. Aklında hala o kadar çok soru vardı ki, ne yapması gerektiğine bile karar veremiyordu. Marcus'a güvenmeli miydi? Ona koşulsuzca yeniden bağlanmalı mıydı? Yoksa.. Yoksa yine aynı acıları mı yaşayacaktı sonunda? Gözyaşlarını içine gömerek derin bir nefes aldı. Gözleri kapalıydı dakikalardır. Ta ki o yumuşak dudakları tadana kadar. Onu hissedinceye kadar... Dudaklarına kapanan dudaklara gözlerini açmadan eşlik etti. Aklı tam tersini haykırsa da o dinlemedi. Öptü, sessizce. Ardından kadifemsi ses duyuldu. "Her önüne geleni öpüyor musun sevgilim, yoksa sarhoşken dahi tadımı alabiliyor musun?"

    Kahkaha atan genç kadın gözlerini açtı. Marcus'un sonsuz derinlikteki mavi gözlerini gözlerine hapsederek eliyle onun hafif sakallı çenesini okşadı. Dudaklarına küçük bir öpücük kondurarak kafasını salladı. "Her önüme geleni öperim," dedi genç adamın kaşlarının çatılmasından zevk alarak. "Ama her önüme gelenin sen olması gerek," diye tamamladı sözlerini ve bir kahkaha daha attı. Önce afallayan Marcus bundan keyif alırken, genç kadının yeni bir şişeye göz diktiğini fark ederek ondan önce davrandı ve şişeyi eline geçirdi. "Neyi kutluyoruz?" dedi sakince. Yine de bakışları onu ele veriyordu. Belli ki korkmuştu, nedensizce sevindi Anna. "Seni ve beni. Daha güzel bir sebep var mı?" Gülümsedi. Oysa Marcus artık gülmüyordu. Yakışıklı suratı asılmış, suçlu görünüyordu. Belki de pişman? "O halde, ne diye ağlıyorsun tatlım?" Anna nefesini tuttu. Ağlıyor muydu? Marcus onun gözyaşlarını sildiğinde sesli bir küfür etti. Ağlamıyor olması gerekirdi. Ağlamamalıydı. Yutkundu, ne diyeceğini düşündü bir süre. Oysa karşısındaki adam devam etti. "Benden nefret ediyorsun değil m-" cümlenin devamını duymak istemeyen genç kadın sözünü kesti. "Evet. Ama seni, seni lanet olası, sana bir o kadar aşığım. Ve sen de bunu biliyorsun," dedi ve kafasını onun göğsüne yasladı. Nedense onun yanında olduğunu bilmek, onu rahatlatmıştı. Dünyaya karşı o ve Marcus gibiydi, tüm zorluklarından üstesinden gelebileceklermişçesine. Oysa, her an darmadağın olmaktan korkuyordu genç kadın. Hem de çok.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcus Maurëll

Marcus Maurëll


Lakap : Yok.
Rp Sevgilisi : Anna Lizzie Malfoy
Mesaj Sayısı : 19
Kayıt tarihi : 21/08/11

Özel
Rp Puanı:
Broken Left_bar_bleue98/100Broken Empty_bar_bleue  (98/100)

Broken Empty
MesajKonu: Geri: Broken   Broken Icon_minitimePtsi Kas. 21, 2011 4:10 am

    Güneş doğmadan önce, günün en karanlık vaktinde, burada görülürse kariyerinin bundan etkileneceğini bile bile kadehleri deviren Marcus Maurëll, şu an ne bakanlığı, ne Fransa'yı, ne de kariyerini umursayacak haldeydi. Yaptığı şeyleri aklından geçirip kendince yaptığının doğru olup olmadığını anlamaya çalışmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Anna'sını istiyor, onu delicesine yeniden öpmeyi arzuluyordu. Doğru olanı yapmış olmalıydı, ancak biliyordu, sonunda hayal kırıklıkları saracaktı genç kadının kalbini. O doğru adam değildi, hiç olmamıştı. Elinde tuttuğu bir kadehi daha içti tek seferde, gözleri dışarıyı süzerken gördüğü kişiye takılı kaldı. Ateş viskileri etkisi göstermiş, sarhoş olmuş olmalıydı. Dışarıdaki kendisini yağmurun altına bırakmış, gözlerini sıkıca yummuş amansızca ıslanmayı bekleyen Anna olamazdı. Gözlerini yumdu Marcus, zihninin ona oynadığı oyunlara toktu. Acının insana neler yaptırdığını bilirdi, kendisi dibine kadar acıya batmıştı. Gözlerini açtığında onun gideceğini bilerek mavi gözlerini araladı. Şimdi az önce gördüğü yerde boşluktan başka hiçbir şey yokken rahat bir nefes aldı. Ardından yanındaki iki adamın muhabbeti kulağına ilişti. "Malfoy yine iş peşinde. Bazen bu kadının tarafından başka bir şey düşünmediğini düşünüyorum," dedi sakalı saçlarıyla karışmış olan adam. Yanındaki duran sıska ise kahkaha atarak, sarı dişleriyle güldü. "Ah benim olsaydı, ona gösterirdim en karanlık tarafları." Duyduğu kelimeler karşısında kaşları çatılan genç adam, yerinde daha fazla duramadı.

    Cebinde duran asasını kaptığı gibi tek bir söz daha söylemeye gerek duymadan iki adama da Crucio fırlattı, onlar can havliyle yere düştüğünde meraklı bakışlardan hiçbiri ona dönmedi. Gecenin bir yarısı Knokturn'da kafa bulan insanlar varsa, bir kavgaya bir diğeri karışmazdı. Sağ çıkabilmek için. Genç adamsa ölümcül laneti fırlatmamak için dişlerini sıkarken, bu iki aptalın icabına daha sonra bakmayı kafasına koydu ve ortamı olabildiğince hızlı bir şekilde terk etti. Sokağa adımını attığında şiddetli yağmur onu karşılarken, bir küfür okuyarak kadının köşeyi döndüğünü zoraki gördü. Arkasından koştu, sanki bütün hayatı buna bağlıymış gibi. Ne yapıyordu bu aptal kadın? Neyin peşindeydi? Ona niye haber vermemişti? Aklında onlarca soru beliren Marcus, kafasını toparlamaya çalışarak elinden geldiğince sakin bir biçimde genç kadını izledi. Onun kitapçının kapısını ustaca bir büyüyle kırdığını gördüğünde, şaşkınlığını gizleyemedi. Sırtını binalardan birine dayayarak, kadının gölgelerin içine sinip kaybolmasını bekledi. Yüz hatlarına sinen telaşa engel olamazken, içeriye girmek konusunda kendisiyle amansız bir savaşa girişti. İçerideki görebileceği şeylere hazırladı kendisini, aldatıldığına, dün kollarında olan kadınının, onun kadınının, başkasıyla birlikte olduğuna. Çenesinin altında bir damar hiddetle atmaya başladığında, kendisine daha fazla hakim olamayarak içeri daldı.

    Ne görmeyi beklediğinden emin değildi Marcus, yine de bu sahneyi hayal etmemişti. Genç kadının akmaması için savaştığı gözyaşlarıyla kadehleri kafasına dikmesini görmek, aklının ucundan bile geçmemişti. Bir kez daha kendisinden iğrendi. Her zamanki gibi. Ne diye geri dönmüştü? O cehennemdi, alev alev yanıyordu. Karşısındaki kadınsa yalnızca Cennet'i hak ediyordu. Böyle kuytu dükkanlarında sabaha karşı sabahlamayı değil, ağlamayı değil.. Acı içerisinde o da gözlerini yumdu. Genç kadının kapalı gözlerini açmasını ve tepki vermesini bekledi. Dakikalar geçti, sessizlik ölümcül tadıyla devam etti. Ve ardından Marcus kaderine yenik düşmeyi beklemekten vazgeçerek genç kadına doğru ilerledi. Tek kelime etmeden onun ateş viskisi kokan dudaklarını tattı, mayhoşluğunu içine çekerken elleri onun saçlarını buldu. Dudakları dudaklarında onunla sarhoş olmayı seçerken, zaman durmuş gibiydi. İçindeki acıyı dindirmesini dileyerek öptü onu, onu sevdiğini dudaklarıyla fısıldayarak, onunla deli gibi sevişircesine öptü dudaklarını. Ardından, her zamanki alaycı Marcus oluverdi. "Her önüne geleni öpüyor musun sevgilim, yoksa sarhoşken dahi tadımı alabiliyor musun?"

    Karşısında duran melek gözlerini açtı, buz mavisi gözleri genç adamı delip geçerken dudaklarına bir tebessüm yerleşti ve yerini kahkahaya bıraktı. Omuzları sallandı genç kadının, bir sarhoşun vereceği tepkili bir şekilde kafasıyla onayladı. "Her önüme geleni öperim," dedi tek bir nefeste. Gözlerini kıstı Marcus, şaşırdığını belli etmemeye çalışsa dahi genç kadının daha fazla gülmesinden çoktan kaybettiğini biliyordu. İçinde bir şeylerin bir kez daha öldüğünü hissettiyse de, içine acıyı veren tek kadın olduğu gibi aşkı veren tek kadın sözlerine devam etti. "Ama her önüme gelenin sen olması gerek." Gülümsemesine engel olamadı. Anna'nın sözleri içini rahatlatmıştı, ve içine gereksiz bir mutluluk katmıştı. Fakat çok uzun sürmedi, onun çatılmış kaşları ve dolu gözlerine bakarak soldu. "Neyi kutluyoruz?" Omuz silken genç kadın "Seni ve beni. Daha güzel bir sebep var mı?" dedi, sesindeki alaycı tınının farkında olmayarak. Öyle ki, gözleri bambaşka şeyler haykırırken dudaklarından bambaşka sözler dökülüyordu. Marcus'un delice öpmek istediği dudaklardan. Dayanamadı, "O halde, ne diye ağlıyorsun tatlım?" diye sordu onun gözyaşlarına dayanamayarak. Elini hafifçe kaldırarak genç kadının pürüzsüz yanaklarından süzülen yaşları sildi. Parçalandığını hissederken kendisine sormaktan kaçındığı soruyu sordu. "Benden nefret ediyorsun değil m-" diye başlasa da sözlerine genç kadın onun konuşmasına izin vermedi. "Evet. Ama seni, seni lanet olası, sana bir o kadar aşığım. Ve sen de bunu biliyorsun," dedi.

    Ne demesi gerektiğine karar veremedi bir süre genç adam. Anna kafasını kendisinin göğsüne dayadığında onun sıcaklığıyla kanı kaynamaya başlayan Marcus, onun saçlarını okşamaya başladı. Siyah saçları elinde bir kadife gibi kayarken, bir süre ikisi de sessizce oturmayı tercih ettiler. Oysa Marcus'un aklındaki sorular onu öldürüyordu, daha fazla dayanamazdı. Sessizlik ne kadar güzel olursa olsun, sorulardan kurtulabilmeliydi. Cesaretini toplayarak mırıldanmaya başladı. "Bilemiyorum, hem de hiçbir şeyi sevgilim. Sen hayatımın güneşi gibiydin, bana hayat verdin, her şeye yeniden başlamam için sebebim oldun, aşık olduğum kadın oldun.. Kalbimin öyle derin yaralarını sardın ki, kaçtım. Kaçtım çünkü beni tanımandan korktum. İlk kez, hayatımda ilk kez bir şeyden korktum ben. Kaçmak için yeterli sebeplerim var gibiydi. Dokunduğum tüm kadınların, öptüğüm tüm dudakların sen olacağını hiç düşünmemiştim. Beş sene senden uzakta, oysa hep seninle beraberdim," dedi ve derin bir nefes aldı. Anna'nın nefesinin düzensizleşmeye başladığının farkındaydı ama bu cümleleri kurmak zorundaydı. Ya şimdi konuşacaktı, ya sonsuza kadar susacaktı. Konuşmayı tercih etti. "Ama şimdi seni bilemiyorum. Ne yapacağını, ne diyeceğini. Değiştin Anna, dün yalan söyledim, hem de çok değiştin. Her zaman güçlü biri olduğunu biliyorum, bir kez olsun gururundan ödün vermediğini dahi, kalbin paramparça olsa da yürümeye devam ettiğini.. Senden başkası yapamazdı. Hayır, asla yapamazdı. Ama şimdi, o zaman tanıdığım güçlü olmaya çalışan, herkesin ilgisini çeken, gelecek vadeden bir genç kız yok. Şimdi karşımda, attığı her adımda kararlılığını simgeleyen, aldığı her nefeste daha güçlenen, herkesin korktuğu, gücün ta kendisi olan bir kadın var. Çok daha mükemmel.. Seni mutlu edip edemeyeceğimi bilemiyorum, ağlamanı istemiyorum ama hiçbir şey yapamıyorum. Elim kolum öyle bağlı ki," dediğinde devamını getiremedi.

    Sözcükler boğazında düğümlenirken, genç kadın kafasını kaldırarak yeniden onun gözlerine odaklandı. Suratını yaklaştırdı, dudakları bir kez daha buluştu. Anna adeta bedeniyle ağlamasını durdurması için yanında olmasını haykırırken, Marcus bunu hissedebiliyor, onu kendisine daha da yaklaştırıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Broken
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Broken Pieces
» I don't want a broken heart
» Broken-Hearted Girl can be very Dangerous.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: B Ü Y Ü L Ü B Ö L G E L E R :: Knokturn Yolu :: Argus Sielon Book Store-
Buraya geçin: