Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Elizabeth Dawkins

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Elizabeth Dawkins




Lakap : Lizzie
Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 25/08/12

Özel
Rp Puanı:
Elizabeth Dawkins Left_bar_bleue90/100Elizabeth Dawkins Empty_bar_bleue  (90/100)

Elizabeth Dawkins Empty
MesajKonu: Elizabeth Dawkins   Elizabeth Dawkins Icon_minitimeC.tesi Ağus. 25, 2012 4:23 am

“Bir viski daha!” diye seslendi kafası birdenbire ikileniveren barmene. Sanki çiçek dürbününden bakıyordu dünyaya. Biri saydam biri mat iki barmen yaklaştı yanına. Boş grandeyi onlara uzatıp yenisine uzandı. “Sence de biraz fazla kaçmadı mı?” diye sordu barmen. Fazla mı,fazla mı?! Anımsadıklarını o da yaşamış olsaydı bunu sorma cüretini gösterebilir miydi acaba? 14yaşında zorla adamların altına yatırılsaydı,o iğrençliklerin neden olduğu şeylerden kurtulmak için defalarca karnına taş vurmuş olsaydı böyle diyebilir miydi? Ya da… Cecilé nafile çabalayarak aklından uzaklaştırmaya çalıştı o görüntüleri. Tek dikişte dibini gördüğü bardağı tuhaf barmenlere uzatıp sorularına başını iki yana sallayarak cevap verdi ve bunu yaptığına anında pişman oldu. Başının dönmesini durduramayacağını bildiği halde,boşta olan eliyle alnını ovuşturdu ve tek kelime etmeden elindeki boş bardağı tezgaha vurdu. Barmenler başlarını iki yana sallayarak bardağını doldurdular. Bir an daha bekleyecek takati yoktu. Geçmişi bir an önce sislerin ardında bırakmalıydı. Bardağını hızla kendine çekti ama kaçışından bir yudum dahi alamadan yanına birkaç adam yaklaştı. İkisi yanındaki tabureye otururken,geri kalanı etrafını sardı. Ne tuhaf, adamlardan biri taburede, diğeri havada oturuyordu.

Tabureye oturan adam ve yanındaki bir ağızdan konuştular: “Selam güzelim, yalnız mısın?” İki adamdan tek ses çıkması ne kadar da komikti. Bunu yapabilmek için çok çalışmış olmalıydılar. Adamlar… Adamların yüzlerine bile bakmadan viskisini kafasına dikti. “Dertlisin galiba, ortak ister misin? Senin gibi güzel bir kadın yalnız içmemeli.” Cecilé konuşan adama şöyle bir bakıp önüne döndü ve ateş saçan gözlerle barmeni aradı. Neredeydi bu lanet olası? Dünya hala mat-saydam ikizlerle çalkalanırken barmenler birden ortaya çıktılar ve son kez, isteğini yerine getirdiler. Cecilé grandeyi eline almış, viskiyi incelerken çevresindeki adamlardan biri kalçasını okşadı ve anlayamadığı bir şeyler söyledi. Cecilé sinirle arkasına döndü ve pis pis sırıtan adama baktı. Öfkesi dünyayı olması gerektiği gibi görmesini sağlamıştı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun?!” diye haykırdı. Adamın sırıtışı daha da yayıldı yüzüne. “İnsanlar buraya eğlenmeye geliyorlar, tatlım. Tek başına takılmana gerek yok, hep birlikte de eğlenebiliriz, bu kadar bencil olma.”

Cecilé hışımla ayağa kalkınca sendeledi. Barmen haklıydı galiba, bu sefer biraz abartmıştı. Sinirlendi, cezalarını bu gece verebilmeyi o kadar çok isterdi ki! En azından hepsinin yüzünü net olarak görebilmişti. Normale döner dönmez onlara yapacaklarını biliyordu… Lille Katliamı bile yanında hiç kalacaktı. Adamlar onun bu haline güldüler. “Ah, güzelimiz ayakta bile duramıyor beyler, burası sarhoş bayanlar için hiç güvenli değil, haydi onu güvende olacağı bir yere götürelim.” Deyip ona uzandı bir tanesi. Cecilé içinde patlayan öfkeyle biraz daha sıyrıldı alkolün etkisinden. “Üzgünüm ama ben kimseyle gelmiyorum, sizi de alıkoymak istemem. Güle güle beyler.” Sesinin bu kadar sakin çıkmasına şaşırmakla meşgulken adamlar yine güldüler. Eh,o uyarısını yapmıştı, gitmemekle kendileri için kötü, Cecilé için iyi bir karar vermişlerdi. Cecilé tezgahtan uzaklaşıp tam karşısındaki adama doğru bir adım attığı anda yanlarına biri daha yaklaştı. “Beyler, hanımefendi size kibarca kaybolmanızı söyledi ve buradan gitmeniz için 5 saniyeniz var.” Cecilé şaşkın şaşkın yeni adama baktı. Bu da nereden çıktı, diye düşünürken yeni gelen adam sırıtarak sarhoşların en irisine bakıp sözlerine devam etti. “Sanırım 7 saniye daha uygun.” Sonra yüzü birden ciddileşti. “ Toz olun!”

Yeni gelen sarhoş adamın uyarısını dikkate almamıştı. İtiraf etmek gerekirse Cecilé de öyle. Sarhoş ve yaşı ilerlemiş bir adam, üç kişiye karşı ne yapabilirdi ki? Anlaşılan diğer adamlar da Cecilé’le aynı şekilde düşünüyorlardı. Öyle ki içlerinden biri yeni adamın üstüne yürürken ‘moruk’ tabirini kullanmıştı. Cecilé yeni adamın gereksiz davranışını komik bulmuş, öte yandan şaşırmıştı. İlk defa biri ona saldırmak yerine saldıranları def etmeye çalışıyordu. Belki de onları yollayıp kendisi alacaktı yerlerini, kim bilir? Erkekler güvenilmezliklerini 450 yılda sağlam delillerle kanıtlamışlardı, bu adamın ne farkı olabilirdi ki? Kesin bu davranışının altında başka bir neden vardı. Kesin. Bu paranoyalarından küçük bir çatırtı sıyırdı Ceilé’i. Sesin geldiği yöne baktığında onu rahatsız eden adamlardan birinin burnunun kanadığını gördü. Yeni gelen adamın kazağının kolunda da kan vardı. Cecilé inanamadı, kavga mı ediyorlardı yani? Hem de Cecilé için?! Ne tuhaf bir gün, diye düşündü. 450 yıllık hayatında ilk defa birileri onun için kavga ediyordu.

Etrafındaki hareketlenme Cecilé’in dikkatini dağıttı. Burnu kanayan adam dengesini kaybedip iri adamın kollarına düşerken taburedeki adam kalkıp yeni adama saldırdı. Cecilé hala yarı sarhoş yarı şaşkın, kavganın merkezinde, öylece olan biteni seyrediyordu. Yeni adam geçen seferkinin hamlesini savuşturabilmişti ama bu sefer o kadar şanslı değildi, ensesine ve yüzüne darbe almaktan kurtulamadı ve sendeleyerek tezgaha doğru geriledi. Cecilé nedense adamın bir an önce kendine gelmesi için dua ederken buldu kendini. Uzun zaman önce inancını yitirmişti oysaki. Üstelik kendisi de bir şeyler yapabilirdi. Neden elektrik direği gibi kavganın ortasında dikildiğine bir anlam veremiyor, öylece durmuş yeni admı izliyor, onun için dua ediyordu. Adam kısa süre sonra kendine geldi ve kendisine doğru gelmekte olan kırık burunlu adamın kafasını tutup yüzüne dizini geçirdi. Kırık burunlu adam yere yığılırken bir diğeri saldırdı. Bu adam önceki kadar şanslı değildi. Çenesi çıkmıştı bir defa. Kaburgalarının hali de haraptı. Belki daha da kötüydü, Cecilé alkolün de etkisiyle bir şeye uzun süre odaklanamıyordu. İri adamın bağırtısıyla geldi kendine. Sahi, neden bağırıyordu bu aptal? Cecilé ellerini kulaklarına kapattı sanki bir işe yarayabilecekmiş gibi. Derken ses kesildi. Yeni adam sesini kesmiş, birkaç darbeyle onu da oyun dışı bırakmıştı.

Cecilé her şeyin bittiğini anlayıp çevresine bakındı. İnsanlar onlara bakıyorlardı ama umursamadı. Yerde yatanlara baktığında aklına insanların sık sık kullandığı bir söz geldi. “Burası savaş alanına dönmüş.” Gerçek bir savaş görmemiş olsaydı, bu sözü söylerdi. Ne yazık ki görmüştü. Cecilé yerde yatanlara boş boş bakarken, yeni adam da ceketini almış hesabını ödüyordu. Cecilé konuşmak için adama döndü ama adam ona arkasını dönmüştü. Ne yani, ayrılıyor muydu? Hem de tek kelime etmeden? Cecilé onun öylece çekip gitmesine izin veremezdi. Tam adama seslenecekken adam sendeledi. Cecilé hemen atılıp adamı yakaladı. Ne kadar sağlam yapılı gözükürse gözüksün, o bir insandı ve fazla alkol almıştı. Ayrıca… Öyle pek genç de sayılmazdı. “Durun yardım edeyim,” dedi adamın koluna girerken. “Yo yo, teşekkür ederim. Yardıma ihtiyacım yok.” Adam itiraz etmişti ama Cecilé kolundan çıktığında düzgün yürüyemiyordu. Onu bu halde tek başına bırakamazdı. Yaptığı şeyden sonra tek kelime etmeden gitmesine izin veremezdi. “ Ayakta duramıyorsunuz bile. İtiraz edemezsiniz.” Dedi ve barmene döndü. “ Hesaba yaz.” İçkisinin ücretini düşünebiliyordu ama yerde yatan adamların temizliği aklına bile gelmiyordu. Adama belinden ve kolundan destek olarak kapıya yöneldi. Adam hala tek başına gidebileceğinde diretiyordu. “Boşuna uğraşmayın, bu halde tek başınıza sokağa çıkamazsınız.”

Bardan çıkınca taksi çağırmak için adamın kolundaki desteğini çekince ikisi birden sola doğru birkaç adım yalpaladılar. Az kalsın kaldırımda yürüyen genç kıza çarpacaklardı. Cecilé vampir gücüne rağmen dengelerini sağlayamıyordu. Bir daha bu kadar içmemeliyim, diye aklına not etti. Ama biliyordu, binlercesi gibi bu not da silinecekti. Sonunda çareyi adama sarılmakta buldu. Böylesi daha kolaydı. Adamı kendine doğru çevirip kendine yasladı. Adam uyukluyordu galiba, kendine çektiğinde kafası omzuna düştü. Cecilé tek koluyla adama sırtından destek olmaya çalışırken diğer koluyla taksi durdurdu. Taksici arka kapıyı açınca Cecilé adamın başını omzundan kaldırdı ve şaşkınlıkla ağzı açıldı. Adam normal bir insan değildi. Kurtadamdı. Taksicinin uyarısıyla kendine gelip adamı taksiye bindirdi, kendi de yanına geçti. Taksicinin nereye gidiyoruz sorusuna aklına ilk gelen evinin adresini söyledi ve kurtadama döndü. Bu gece kendisini bir kurtadam korumaya çalışmıştı demek. Bir vampiri.

Kurtadam uyukluyor belki de sadece dinleniyordu. Ama işini şansa bırakamzdı. Adam uyuyakalırsa sorularının cevaplarını geç alırdı ve Cecilé beklemekten hoşlanmazdı. “Sakın uyumayın, olur mu? Gideceğimiz yere varana kadar gözünüzü kapatmayın.” Çevresindekileri o kadar uzun zamandır kandırıyordu ki, kendisini savunmuş olan bu adama bile bencilce davranırken içi sızlamıyordu. Adam başını oynatır gibi oldu. Gözleri aralanırken tuhaf bir ses çıkardı. Cecilé adamın ne dediğini anlamamıştı ama ‘tamam’ dediğini sanıyordu. Yine de adamı göz hapsine aldı. Gözlerini uzun süre kapalı tutmasına izin vermedi. Sonunda taksi karanlık ve tenha sokakta, eski bir binanın önünde durdu. Cecilé bu binadaki dairesinin varlığını bile unutmuştu, nereden gelmişti aklına da taksiciye bu adresi vermişti acaba? Arabadan kurtadamı indirirken taksici de geldi yardımına. İkisi birlikte ikinci kattaki daireye çıkardılar adamı. Toz kokan dairenin oturma odasındaki kanepeye yatırdılar. Sonra Cecilé taksiciye bir miktar para verdi ve doğrudan gözlerinin içine bakarak “ Bu parayı al ve,” kanepede yatan adama baktı “ XL beden rahat kısa kollu ve eşofman altı al. Pamuklu olsun.” Taksici hülyalı gözlerle başını salladı ve oradan ayrıldı. Cecilé kapıyı kapattıktan sonra kurtadama şöyle bir bakıp banyoya yöneldi. Ecza dolabında gerekli malzemelerin olacağını umuyordu. Yoksa bile taksici geldiğinde hallederdi. Gerçi adam kurtadamdı, kısa sürede iyileşebilirdi. Ama Cecilé bunu düşünecek kadar ayık değildi.

Ecza dolabında aradıklarını buldu. Malzemeleri klozet kapağının üstüne yığdı ve yatak odasından getirdiği çarşafı yere serdi. Ardından oturma odasına gidip kanepede uyuklayan kurtadamı dürttü. “Kalkabilir misiniz? Kaşınız yarılmış, dikmemiz gerekiyor. “ Tozdan nefes alınmayan koridor boyunca ardından gelen adamın kanının kokusunu göz ardı etmeye çalışıyordu. Lanet olsun, adam kurtadamdı , kanı nasıl bu kadar çekici gelebilirdi?! Sakin, Cecilé. Çok içtin, bu yüzden. Başka bir nedeni yok. Toz mu? Ne zamandır gelmiyorum ben buraya? Temizlikçi de mi tutmamışım? Banyoya girince geri çekilip adamın yere oturmasını bekledi. Yere oturup da sırtını küvete verince karşısına geçip oturdu. Banyo dar olduğundan gereğinden fazla yakın duruyorlardı, Cecilé rahatsızdı bu durumdan. İçgüdüseldi bu, vampirler köpecikleri sevmezlerdi. Klozet kapağının üstündeki malzemeleri çarşafın üstüne taşıdı. Adamın gözlerine bir kez bile bakmadan yarayı temizledi. Koku onu sersemletmişti, olabileceğine inanmıyordu ama istemeyeceği şeylerin olmasından korkuğu için adamın yüzüne bakamıyordu. Gazlı bezi kaşının üstüne bastırırken nazik olmaya çalıştı. Türü ne olursa olsun, 450 yıllık hayatında ilk kez O, kendisi için karşılık beklemeden bir şey yapmıştı. Henüz adamı konuşmaya zorlamamıştı ama biliyordu, karşılık beklemeden savunmuştu onu. Vampir olduğunu fark etmiş miydi, bilmiyordu ama bu, yaptığı şeyi değiştirmeyecekti.

Yarayı ve çevresini temizledikten sonra eline tıbbi dikiş iğnesini aldı. Normalde ilk dikişi atana kadar dikiş işini bitirmiş,evin temizliğini de halletmiş olurdu ama alkol hızlı davranmasını engelliyordu. Arada başı da dönüyordu ama işini yarım bırakmıyordu, sarhoş da olsa dikiş atabilirdi. 3 dikiş attı kurtadamın kaşına. Elini adamın yüzünden çekerken adam çok güzel olduğunu söyledi birdenbire. Şaşkın şaşkın ona baktı. Adam büyülenmiş gibi bakıyordu. Bir kurtadam, bir vampire bu şekilde bakabilir miydi? Bu gece alkolde aşırıya kaçan sadece Cecilé değildi anlaşılan. Normalde başka bir adam ona bunu söylese sinirlenir, büyük ihtimalle onu parçapinçik ederdi. Ama bu sefer bu adam şanslıydı. Kendisini savunmuştu ve sarhoştu. Hoş görebilirdi. Bu seferlik. Bir kurtadamın bir vampire böyle bakması komik gelmişti Cecilé’e. Alkol neler yaptırıyordu! Gülümseyerek “Bitti. İstersen duş alabilirsin. Şu dolapta temiz havlular olması gerekiyor. Taksici de birazdan yeni kıyafetler getirir. Kapının önüne bırakırım. “ diyerek yerden kalktı ve malzemeleri toplayıp yerlerine koydu. Adam da ayağa kalkmıştı. Yerdeki kanlı çarşafı top haline getirip elinde tuttu. Bir süre ikisi de konuşmadan öylece durdular. Sonunda Cecilé beklemekten sıkılıp sordu. “ Eee? N’apacaksın?” Adama havluları verip çıktı banyodan. Kapıyı ardından kapattıktan sonra bir süre topak çarşaf elinde kapının önünde durdu. Her zamankinin aksine, hiçbir planı yoktu. Adamla ne yapacağını bilmiyordu. Nerden estiğini kestiremediği rüzgar, birden bir yumak toz yapıştırdı yüzüne. Tiksinerek çekti yüzünden. Adamla ne yapacağını bilmiyordu ama yapması gereken bir şey olduğunu biliyordu. Bu ev, içinde nefes alınamayacak kadar pisti. Tanrım, bir de adamı o pis kanepeye bırakmıştı!

Vampir hızının onda birini kullanarak 40 saniye içinde bütün evi temizledi. Ellerini yıkarken taksicinin geldiğini duydu ve kapıyı açtı. Adam elindeki çantayı uzattı tereddütsüz. Cecilé teşekküre bile gerek duymadan elindekileri alıp “Gidebilirsin.” Dedi sadece. Adam başıyla onaylayıp boş gözlerle merdivenlere yöneldi. Cecilé kapıyı kapatıp paketi açtı. İyi bari, doğru düzgün bir şey almış. Yeni kıyafetleri de yıkamak istedi -O da temizlik takıntısı olan bir vampirdi işte- ama kurumazlardı hemen. Hem yapması gereken şeyler vardı daha. Dairenin anahtarını aldı ve kapının yanına koyduğu siyah çöp poşetini ve birkaç parça şeyi daha alıp aşağı indi. Çarşaf yanarken çıtırdayan ateş sakinleştirmişti Cecilé’i. Yağmurdan ıslanmış bir kütüğün üstüne oturmuş, az önce yaktığı ateşi seyrediyordu. Aklı karmakarışıktı. Ne yapacaktı bu kurtadamla? Cevaplanması gereken soruları vardı, evet. Ama o cevapları duymaya gerçekten hazır mıydı? Ya hoşuna gitmeyecek bir şeyse? Yanında duran cüzdan, telefon ve birkaç kağıt parçasına baktı. Adam duşa girdiğinde kıyafetlerini almıştı yıkamak için. Ah, tabii. Kimi kandırıyordu ki?! Adamın kim olduğunu öğrenmek için bir bahaneydi sadece. Bütün ceplerini boşaltıp pantolon ve kazağını yıkayıp tozunu daha yeni aldığı kaloriferin üstüne koyduktan sonra aşağı inmiş, kurt kanı bulaşmış çarşafı yakarken kağıtlarda,belgelerde yazan her bir bilgiyi aklına kazımıştı. Ne yapacağına hala karar verememişti ama adam birkaç dakikaya çıkardı banyodan. Yukarı çıkıp kahve yapmalıydı. Sorup sormayacağına karar veremediği sorulara cevap verebilsin diye… Adamın kişisel eşyalarını eline alıp yukarı çıktı. Eşyaları oturma odasının sehpasına bıraktıktan sonra mutfağa yöneldi. Aşağı inmeden önce ısıtıcıya koyduğu su kaynamıştı. Uzun süredir uğramadığı bu evde elektrikli su ısıtıcısının olmasını beklemiyordu ama vardı. Şükürler olsun ki! Aslında kahveye gerek yoktu. Mine çiçeği yoktu adamın yanında, istediğini yaptırabilirdi. Ama güzellikle olsun istiyordu. İstisna adama istisna muamele. Kahvenin kokusu cazip geldi birden Cecilé’e. Tadını alamayacaktı ama kendine de bir kupa hazırladı ve oturma odasına döndü. Kupaları kanepenin önündeki orta sehpasına bırakıp en sevdiği filmi koydu vcd oynatıcıya. Burada dvd oynatıcının olmadığı zamanlarda takılmıştı demek ki… Queen of the Damned başlarken odadaki tek, olukça eski ve bir o kadar rahat kanepeye oturup bağdaş kurdu. Adam birazdan çıkardı banyodan, o zamana kadar filmin en sevdiği sahnesini izleyebilirdi.

Baş karakter Lestat’i severdi Cecilé. Kendisi de onun yaşadıklarının benzerlerini yaşamıştı vampir hayatının ilk dönemlerinde. Lestat’ten bir farkı vardı, bocalarken Cecilé’in yanında kimse olmamıştı… Banyonun kapısının açılıp kapandığını, sonra tekrar açıldığını ve adamın oturma odasına yöneldiğini duydu. Geçmişi bir kenara itip filmi izliyormuş gibi gözlerini televizyona dikti. Tanımadığı ve varoluştan beri güdüsel bir düşmanlık beslediği kurtadam soyundan bir adamın karşısında duygusal vampir olmaya niyeti yoktu. Adam kapıda duraklayıp öksürerek geldiğini belirtti. Bunu yapmasına gerek yoktu, Cecilé zaten her hareketini duyabiliyordu. Kibar adam, diye düşündü kanepede yanına otururken. Paldır küldür içeri dalabilirdi de. Cecilé elindeki kupayı –bir yudum dahi almamıştı- sehpaya bırakırken adam konuşmaya başladı. Teşekkür ettikten sonra adını söyledi. Aslında odaya girerken öksürmesi, bir vampiri kollaması kadar gereksizdi bu. Cecilé onun kim olduğunu zaten biliyordu. Nerede çalıştığını, ne iş yaptığını hatta nerede yaşadığını bile biliyordu. Ama bunu adama söylemeyecekti. Bakalım ne kadar dürüsttü? Ayrıca tanışmaya bu kadar hevesli olması da şaşırtmıştı Cecilé’i. “Ben de Cecilé D’argon,” dedi elini uzatmaya gerek görmeden. Kaşları her şaşırdığında olduğu gibi havaya kalkmıştı muhtemelen. Başka bir şey daha demesi de gerekiyordu büyük ihtimalle. Ama aklına söyleyecek söz gelmiyordu, hayret. Kahveye takıldı gözü birden. Uzanıp aldı sehpadan. "Kahve senin için." Adam kahveyi alınca televizyona döndü.

Cecilé soracağı ve büyük ihtimalle alacağı sorulara hazır hissetmiyordu kendini. Ya istemediği bir şey söylerse? Şimdiye kadar almak istediği cevapla gerçek arasında hep uçurum olmuştu. Bu sefer de öyle olmaması için bir neden göremiyordu. Ayrıca ne beklediğini de bilmiyordu. Karşısındaki kurttu. Vampirlerin ezeli düşmanları kurtlar. Amacı ne olabilirdi ki? Adama baktı yan gözle. Filmi izliyordu. Transa geçmiş gibiydi. Uzun yıllar boyunca insanların yüzlerini okumaya çalışmıştı Cecilé. Yüzde yüz başarılı olduğu söylenemezdi ama başarısız da sayılmazdı. Gördüğü kadarıyla adamın aklında dönüp duran planlar yoktu. Ya da her zaman olduğu gibi, Cecilé görmek istediğini görüyordu. Tekrar televizyona dönüp aklından uzaklaştırmaya çalıştı bütün bunları. En sevdiği filmi açmıştı bir kere, bunları neden düşünecekti ki? Film bittikten sonra nasılsa konuşacaklardı, bunları o zaman düşünürdü. Evet evet, en iyisi filmi izlemekti. Sahi, vampir filmi izlemek canını sıkmıyor muydu acaba? Sonuçta düşüşte olan onun ırkıydı ve insanlar vampirlere hayrandılar. Acaba kendini kötü hissetmiyor muydu? Ya da sinir olmuyor muydu bu duruma? Yine dönüp baktı. Öyle bir şey yok gibi görünüyordu. Eh, Cecilé için problem yoktu. Adam sinir olsa bile değiştirmeyecekti zaten. Tabii tabii…

Tekrar televizyona çevirdi yüzünü sinirle. Lion’un düşüncelerine bile böyle özen göstermemişti. Elleri titreyerek kahvesinden bir yudum aldı. Bir daha bu kadar içersen seni kurtlara yem ederim Cecilé. İçince saçmalıyorsun… Ancak Slept So Long çalmaya başladığında verebildi dikkatini filme. Bu sahneye bayılıyordu ama favorisi değildi. Şu kumsalda Lestat’in çingene kızla birlikte keman çaldığı sahneydi en sevdiği. Kızın babası Lestat’in gözlerini fark ettiğinde kızı öldürmek zorunda kalması, Lestat’in çektiği acı… Onu çok iyi anlıyordu. Acaba kurtadam da anlıyor muydu? Başını çevirip baktığında onu göremeyince şok oldu. Adam kalkmıştı. Ne zaman? Gitmiş olabilir miydi? Hayır hayır, gitmiş olamaz, konuşmaları gerekiyordu! Kahvesini sehpaya bırakıp panikle ayağa kalktı. Televizyonun fişini çekti ve ellerini beline koyup etrafı dinledi. Balkonda biri vardı. Bütün evlerine koyduğu şampuanın kokusu burnuna gelince rahat bir nefes aldı. Gitmemişti. Artık daha fazla ertelemenin anlamı yoktu, konuşmalıydı onunla. Mutfağa gidip kupayı evyeye koyup içine su doldurdu. Sonra oturma odasına geri dönüp adamın yanına,balkona çıktı. Yangın merdivenine açılan kapıyı açtığında yüzüne çarpan sigara dumanı rahatsız etmedi her zamankinin aksine. Hatta kendisi de bir tane yakmak istedi. Adamın omzundan destek alarak yanına oturdu. Bir kurt ve bir vampir yan yana. Ne komedi ama. Kolu, adamınkine değiyordu ama her zamanki rahatsız edici ‘kurt teması’ hissi yoktu. Nedense adama güven duyuyordu. Bu normal olamazdı çünkü Helene’e bile bu kadar güvendiğini sanmıyordu. Hem Cecilé kimseye güvenmezdi ki! Bu gece kendini ne kadar da şaşırtmıştı. O her zaman eleştirdiği ve nefret ettiği, sözde iyilik meraklıları gibi düşünüyor, onlar gibi davranıyordu. Kesin alkol yüzündendi, kesin. Önce kanının kokusu, şimdi de güven hissi. Hiç, hiç normal değildi.

Kendine bela okuyarak soğuk demir parmaklıklara yaklaştı adamdan uzaklaşıp. Uzak durmakta fayda vardı. O sırada sigara uzattı adam. Hayır, diyemezdi. Adam sigarasını yakarken yüzünü incelemekten alamadı kendini. Kesinlikle 34 yaşından büyük gösteriyordu. Ayrıca… Hüzün mü vardı orada? Cecilé biraz daha bakamadan adam yüzünü çevirdi ve sigarasını dudaklarına götürdü. Cecilé de onu boşverdi ve gözlerini uzaklara dikip aynısını yaptı. Hah! Babası yüzyıllar önce ölmüştü ama yine de başına işler açabiliyordu. Bunu nasıl beceriyordu? Yaşarken hayatı Cecilé’e zindan ederdi. Onu öldürmenin acılarını dindireceğini sanmakla büyük aptallık etmişti, yaşananlar kolay kolay unutulmuyordu. Ona benzeyen birini görmek bile allak bullak etmişti işte. Bütün gün içmesinin sebebi de oydu. Şimdi bu adamla yan yana oturmasını sebebi de. Daha fazla nefret edebilir miydi? Sınırı yok muydu bunun? Yaşattıklarını unutabilmenin yolunu içmekte bulmuştu ama unutturmuyordu. Sadece sislere boğuyordu bir anlığına. İçmeyi bıraktığındaacı tüm gücüyle geri dönüyordu. Ama iş sadece Cecilé’de bitmiyordu ki! İnsanlar da ona babasını ve diğerlerini hatırlatıyordu. Hiç değişmiyorlardı. Hepsi yüzyıllardır aynıydı ve muhtemelen dünyanın sonuna kadar aynı kalacaklardı. Aç gözlü, sapkın. Bu geceki adamlar da öncekilerle aynıydılar. Bulaşmak için yanlış kişiyi seçmiştiler. Hatırlattıkları adamlarla aynı kaderi paylaşacaklardı. Kurttan yedikleri dayak hiç kalacaktı... "Sanırım ikimizin de aklında sorudan bol bir şey yok değil mi Bayan D'argon?" Adamın sesi yerinde sıçramasına sebep oldu. İntikam yollarını geri plana atmaya çalışarak dirseklerini dizlerine dayadı ve sigarasının külünü döktü. Sigarasından bir nefes daha çekip adamın yüzüne baktı. “Öyle.” Başını çevirip dumanı üflerken göğe baktı. İşte, kaçtığı şey sonunda yakalamıştı. Adam başlamasa, muhtemelen Cecilé de başlamayacaktı. Adamın onu savunmasının nedenini merak ediyordu ama duymaktan hala korkuyordu. Ama yapmalıydı. Düşünmeden konuştu kendine vazgeçme şansı tanımadan. Biraz daha beklerse cayardı. “ İhtiyacım yoktu, beni neden savundun ki?” konuştuktan sonra fark etti yaptığı kabalığı. “Yani, teşekkür ederim, yaptığın büyük incelikti. Ama sonuçta ben vampirim, sense kurtadam. Zaten sorun da bu ya. Bir kurtadam bir vampiri neden savunur? " Sigaradan bir nefes daha. "Bu arada, bana Cecilé de lütfen. Bayan D'argon deyince kendimi saygın biri gibi hissediyorum." Ağzından çıkan kelimelere inanamadı. En son ne zaman bu kadar dürüst olmuştu birine karşı acaba? Kimseye olmamıştı aslında. Kendine bile. Hepsi alkol yüzünden... Sigarasından bir nefes daha çekip dumanın bir süre içinde dolaşmasına izin verdi. Dışarı üfledikten sonra vereceği cevabı tartan kurda baktı. Ne cevap verecekti acaba? Kusura bakma ama başta vampir olduğunu fark edememiştim. Fark etsem korur muydum? Bir vampirin tacize uğradığı pek sık rastlanan bir durum değil, oturur keyifle izlerdim, mi diyecekti? Yok canım, böyle bir şey söylemezdi. Bütün gece oldukça kibar davranmıştı. Hem az önce ona hitap ederken ‘Bayan D’argon’ demişti. Böyle konuşacak kadar kaba ya da öyle düşünecek kadar ‘vampir düşmanı’ görünmüyordu. Peki ne diyecekti? Bir vampiri sadece kurtlar rahatsız edebilirdi, onlara hadlerini bildirdikten sonra ben rahatsız edecektim, mi? Şükürler olsun ki adam fazla bekletmeden konuşmaya başlayacağını belirten nefesi aldı da hastalıklı düşüncelerinden sıyırdı onu.

Cecilé dikkat kesilip söylediklerini dinledi. "Şüphesiz normal bir anda olsa bana tabi ki ihtiyacın yoktu. Ama o an... Nasıl desem biraz sarhoştun ve kendini koruyamamandan çok korktum. İtiraf etmeliyim bende sarhoştum. Sanırım o yüzden aşırı bir tepki verdim. Ama bu tepki bizi tanıştırdıysa pek pişman olduğumu söyleyemem." Cecilé kaşları havada,kendisine gülümsemekte olan adama bakakaldı. Beklediği cevap kesinlikle böyle bir şey değildi. Bir kurtadam bunları söylememeliydi. 'Kendini koruyamamandan korktum?' Ah hadi ama, Cecile her halükarda kendini koruyabilirdi, yaralıyken koca bir kasabayı tek başına alt etmişti, sarhoşken üç adamla mı uğraşamayacaktı? Hem vampirler bile diğerleri için endişelenmezken bir kurt neden bir vampir için endişelensindi ki? Cecilé bir vampir ve bir kurtadamın aynı ortamda bulunmasına bile anlam veremezdi –Lion istisnaydı- o yüzden adamın sözlerinde açıkça belli olan övgü ve ilgiyi fark edememişti. Aklı yine alkolün etkilerine kayıyordu ki adam sözlerine devam ederek buna izin vermedi. "Peki ya sen? Sen neden beni bırakmadın orada? Evet, neredeyse üzerine düşmüş olmam da bunda bir etken olabilir.” Gülümsemesinin ardından gelen kahkahayı öksürükle gizlemeye çalıştı. “Özür dilerim. O anı hatırlayabiliyorum da. Tanrım! Çok korkunç!" Elini alnına götürüp dramatik bir tavır takındı. Cecilé kendini tutamayıp kıkırdadı adamın bu haline. Komikti. Komik olan tek şey o değildi aslında. Bir kurt ve bir vampir yan yana oturmuş birlikte gülüyorlardı. Tanrı’nın espri anlayışı da komikti.

Hala adamın haline gülerek sigarasından son bir nefes çekti ve üstünde oturduğu basamakta söndürüp aşağı fırlattı. İzmarit iki kat aşağıdaki dairenin penceresinden içeri girdi. Yaşlı Rosemary’nin evi, diye fısıldadı zihni. Yaşlı, huysuz, bir o kadar da sevimli Rosemary… Şimdi yaşıyor olsaydı nasıl da kızardı ona ama! Uzun bir nutuk çektikten sonra da hiçbir şey olmamış gibi kahve içmeye çağırırdı. Onu hatırlamak gülümsetmişti Cecilé’i. Açık pencereden gözlerini ayırmadan konuştu. “Rosemary yaşıyor olsaydı şimdi canıma okurdu.” Adama döndü sonra. “Sigaradan nefret ederdi. Ben de sevmezdim ama sırf onu sinir etmek için içerdim. Onu kızdırmaya bayılırdım.” Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş solarken derinlere daldı yine. Rosemary’nin son günü gelmişti aklına. Yine böyle yağmur sonrası gece yürüyüşüne çıkmışlardı. Gündüzleri dışarı çıkmaktan korkardı. Kalabalığın onu yutacakmış gibi geldiğini söylerdi. Geceleri de korkardı aslında. Ama Cecilé ona eşlik ederken korkmazdı. Ya da korkusunu saklardı, bilmiyordu Cecilé. Rosemary’yle sohbet etmek çok güzeldi. Yüzyıllarca yaşamış bir vampirden bile olgundu. Dahası dingindi. Öyle dünyevi hırsları filan yoktu. Kısacık yaşamına çok şey sığdırmıştı. Cecilé’i çocuğu gibi gördüğünü söylerdi her fırsatta. Sanki elini ondan çektiği anda karanlığa karışacağını bilirmiş gibi, üzerine titrerdi… O gece de diğerlerinden farksızdı. Yine her zamanki gibi kol kola girmiş, sokakta volta atıyor, çevredekileri uyandırmamak için sessizce sohbet ediyorlardı. Cecilé onu o kadar çok seviyordu ki, sözlerini dinlemeye dalmış, arkadan gelen tehlikeyi fark edememişti. Bedeni Rosemary’den uzağa çekilirken göğsünde bir acı hissetmişti. Şaşkınlıkla başını eğip baktığında gördüğü şey, birbirine paralel dört kırmızı çizikti. Ne olduğunu kavradığında telaşla Rosemary’yi aramış ama bulamamıştı gözleri. Bir kişi hariç saldıranlar da yok olmuştu ortadan. Adam, hayır, kurtadam karşısında dikilmiş, sırıtıyordu. “Nasıl, canın yanıyor mu vampir? Bir dahakine aldığım senin canın olacak.” Deyip ortadan kaybolmuştu Cecilé daha saldıramadan. Kaybolmuştu ama izleri vardı. Cecilé kokuları takip ederek körfeze kadar gitmişti. Ama izleri suda son buluyordu. O günden sonra uğramamıştı bir daha bu eve. Yüzyıllardır ona ilk defa kalbine dokunan ama kısa sürede elinden alınan arkadaşının öldürüldüğü eve. Kurtların öldürdüğü. Kurtlar…

Yüzü bir anda sert bir ifadeye büründü. N’apıyordu?! Rosemary’ yle alay eder gibi, bir de bu daireye getirmişti onu! Bir kurdu! Yarasını dikmiş, ona kahve yapmış, evini açmıştı! Bunu nasıl yapabilmişti ona?! Hayır hayır, ne yapmış olursa olsun bu adam iyi davranılmayı hak etmiyordu. Masum bir insanı öldürmüştü onun kanından olanlar. Kendi yaptıklarını göz ardı etmek kolaydı Cecilé için. Canı yanmıştı bir kere. Herkesi bir tutma Phaedra. Bir ya da birkaç kişinin hatasını hepsine mal etme. Hatırla, onların arasındayken geri durmamış mıydın? diyen tatlı sesli hatırayı zihninin en derin köşesine itti. Seni öldüren türden bir adama karşı böyle davranmamı ister miydin? Sorunun cevabı açıktı, ama Cecilé kendi istediğini uygulayacaktı. O artık yoktu. O adamın türünden olanlar yüzünden yoktu! İstediğini yapabilirdi. Acımasız gülüşünü oturttu yüzüne ve en iyi yaptığı şeyi yaptı. Yalan söyledi. “Bir kutra damı sarhoş yakalamak her zaman elime geçen bir fırsat değil. Hazır sen kendini komik duruma düşürmüşken ben de biraz eğleneyim, dedim.” Küçük, sahte bir kahkaha attı. “Evet, resmen kollarıma düştün. Klanının olanları öğrendiği anı izlemesi zevkli olacak.” Adamın tepkisini görmek için yüzüne bakmadı. Az önceki kelimeleri dudaklarından dökülür dökülmez utanmıştı. Utançla gözünü aya dikti. Ne yapmıştı?! Kendini koruyan adama! En ufak bir saldırıda, suistimalde bulunmayan bu adama. O görseydi hayal kırıklığına uğrardı. Az önce dinlemeyi reddettiği sesi arıyordu şimdi zihni. Rosemary, özür dilerim. Lütfen beni affet. Sen haklısın, ben bu değilim… Kırmızı damlalar kotunu lekelerken mahcubiyetle adama baktı. Bir kurdun yanında ağlamaktan utanmıyordu, az önceki davranışının utancı daha büyüktü. “Özür dilerim. Gerçekten özür dilerim. Seni buraya getirirkenki düşüncelerim bunlar değildi. Aklımdan ne geçiyordu ben de tam olarak bilmiyorum. Ama sana minnettarım. Az önce söylediklerimi unut, lütfen. “ muhtemelen bir açıklama yapması gerekiyordu ama yapamazdı. Yapamıyordu. Başını mahcubiyetle önüne eğerken umduğu tek şey, adamın az önce söylediklerini affetmesiydi. Gözyaşlarını durduramıyordu bir türlü. Rosemary’nin anısına hakaret etmiş, suçsuz –ve kötü sözleri hak etmeyen- bir adama kötü davranmıştı. Duyguları diğerlerinden daha yoğun yaşamaktan nefret ediyordu. Kim bilir adam hakkında ne düşüyordu şimdi… Başta güldüğünü anlayamadı adamın. Kötü sözlere hazırlamıştı kendini. En az kendisininki kadar nefret dolu sözlere. Ama keskin sözler yerine ılık bir gülüş sıcak bir dokunuşla karşılaştı. Yüzünü çevirmesine izin verdi. Yüzüne bakmak zor olduysa da başardı. Adam gözlerini gözlerinden ayırmıyordu. Kapkara, dipsiz gözlerini. Cecilé gözlerinden değil ama dokunuşundan rahatsız oldu. Elini yüzünden çekmesini isteyemezdi, af dilerken böyle bir harekette bulunamazdı. Mecburen bastıracaktı içgüdüsel düşmanlığı.

Adamın gözyaşlarını silişini nefes almayı unutacak kadar şaşırmış bir vaziyette izledi. Ağlamamasını söyleyişi, bakışları, yaşlarını silişi o kadar... Tatlıydı ki. Böyle bir davranış beklemiyordu bir kurttan. Hoş, kimseden beklemiyordu. Sonrasında espri yapmasını da öyle. Elinde olmadan güldü söylediklerine. “Merak etme, ben öyle bir şey yapmalarına izin vermem.” dedi gülümsemeye devam edip. Sonra dediğinin farkına vardı ve gözleri kocaman açıldı. Ne demekti bu şimdi? Söylediklerinin yoruma açık olması gerilmesine sebep oldu. Gerildiğinde hep yaptığı gibi ayağını sallamaya başladı “Yani, demek istediğim…" Başını eğip ellerine baktı sanki biraz sonra söyleyecekleri orada yazıyormuş gibi. "Bu gece barda yaptıklarından sonra… Ee… Söylemiştim, sana minnettarım.” Diye bitirdi sözlerini. İyice saçmalıyordu. İçeri girmek için bir neden bulmaya çalışırken sallamaya devam ettiği ayağı adamınkine değdi. İşte! Biraz abartılı bir tavırla “Ayağın buz gibi olmuş! Donuyor olmalısın, haydi içeri girelim.” Dedi bir anda ayağa kalkıp elini adama uzattı. Adam bir şey demeden uzattığı eli tuttu. Az önce söyledikleri kafasını kurcaladığı için gücünü ayarlayamadı ve adamı biraz hızlıca çekti yukarı. Biraz da sert çekince dengesini sağlayamadı ve geriye sendeledi. Bu sırada adamın elini de bırakmadığından o da dengesini kaybetti ve ikisi birlikte duvara yapıştılar. Daha doğrusu Cecilé duvar ve adamın arasında kaldı. Şampuan kokusunun bastıramadığı bir koku geldi burnuna. İster istemez gözleri adamın dikişli kaşına gitti. Bir kurttan beklenmeyecek kadar güzel kokan kanı beş santim mesafedeydi. Belki birazcık...

Adam geri çekilince Cecilé de düşüncelerinden sıyrılıp doğruldu. Neler düşünüyordu böyle! Kısa sürede toparlanıp “Özür dilerim, sanırım bu gece alkolü fazla kaçırdım. Etkileri hala sürüyor. Bir şeyin yok ya?” diye sordu eline bakıp. Eh, bu kadar güçlü çektiyse, eline hasar verme ihtimali de olabilirdi haliyle. Adam elini çevirip baktı. “Hayır, yok.” Cecilé başıyla onaylayıp içeri girdi. Bu gece yaptığı hataların haddi hesabı yoktu, daha fazla hata yapmadan kurtarmalıydı günü. Bunun garantisini veremeyecek olması ne kötüydü. Adama dönüp “Uyumak istersin şimdi, yorulmuşsundur. İçerideki yatakta yatabilirsin, yeni çarşaf sermiştim. Bir şeye ihtiyacın olursa ben buradayım.” dedi bir yandan da kalmaması için dua ederken. Kalırsa feci şeyler olabilirdi. Ellerini kavuşturup gözlerini yüzüne dikip cevabını bekledi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aretha Henderson
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Aretha Henderson


Mesaj Sayısı : 743
Kayıt tarihi : 19/07/12

Özel
Rp Puanı:
Elizabeth Dawkins Left_bar_bleue100/100Elizabeth Dawkins Empty_bar_bleue  (100/100)

Elizabeth Dawkins Empty
MesajKonu: Geri: Elizabeth Dawkins   Elizabeth Dawkins Icon_minitimeC.tesi Ağus. 25, 2012 6:46 am

# Betimleme: 27/30
# Akıcılık: 9/10
# Yazım Kurallarına Uyum: 9/10
# Sayfa Düzeni: 9/10
# Renklendirme: 4/5
# Kurgu: 22/25
# Uzunluk: 10/10

Puanınız : 90
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Elizabeth Dawkins
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Elizabeth.
» Elizabeth May Warner
» Elizabeth M'éxter
» Elizabeth N. Morgan
» Elizabeth Dunham

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Role Play Geçmişi-
Buraya geçin: