Sayıklayıp durduğunun farkında değildi. Hoş, kriz geçiren bir insan nasıl ne yaptığını anlayabilirdi ki? O mu yanlış hatırlıyordu yoksa en son okul bahçesinde ağabeyi Lilou'nun, kanlar içindeki cesedine mi bakıyordu? Alexandre, yanına gelmiş ve ona, "Sakin ol Patrica..." demişti. Yani en azından Patrica o kadarını hatırlıyordu. Ağabeyi, çok sevdiği, anlaşamadığı halde çok sevdiği ağabeyi, Lilou. Bu bir hayal olsa gerekti. Hayır, uyanacaktı ve bu kötü rüya bitecekti. Hiçbir şekilde anlamıyordu. Kabus muydu, rüya mı? Hayır, hayır... Hayır, böylesine acı veren bir rüya olamazdı. Bu bir kabustu, hemde hemen uyanmak istediği kötü bir kabus.
"Lilou!"
Yanı başındakiler gözlerini dikmişti genç kıza. Gözlerinden süzülmek için hazırlanan yaşlar, görüşünü bulanıklaştırıyor, etrafını çevirenlerin kim olduklarını merak içinde, anlamaya çabalıyordu. Zaman kavramı yok olmuş, sanki saat ilerlemiyor gibiydi. Sıcak bir şey süzüldü gözlerinden, boynuna doğru. Kayan bir yıldız gibi. Sonra gıdıklandı geçtiği yerler. Ellerini gözlerine kapattı.
"Patrica ben... ben üzgünüm."
Bir erkek sesi. İnceltilmiş, korkmuş, endişeli ve çekingen. Thomas, Thomas Jake Malfoy. Sevdiği çocuk. Ama, öyle ki Thomas bile değiştiremezdi o anı. Kendine geldi bir an. Revirde olduğunu fark etmesi saniyelerini aldı. Fenalaşmış mıydı? Ah, küçük krizleri. Etrafa göz attı, onların dışında birçok kişi vardı, ama en kalabalık kendi yatağının çevresiydi herhalde. İnsanlar akın etmişti. Ama şu an onun ihtiyacı olan kişi, Lilou'ydu. Tekrar kapıdan alaycı bir şekilde girip, kötü bir biçim aldırmaya çalıştığı suratı ifadesi ile ona dalga geçer gibi bakmasıydı. Ama nafile. Bir daha dönmeyecekti. Ailesinin son ferdini de kaybetmişti, Patrica. Sonbaharın ortasında kalan bir... bir ağaç gibi. Tek tek dökülmüştü yaprakları. Ve o andan sonra, biliyordu ki hayat çok zordu. Kafasını Thomas'ın mis kokulu göğsüne yasladı. Elinin kavrandığını hissetti. Ve o sıcak gülümseme. Son kez, Lilou için, 'Sen rahat ol, kardeşim.'