Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 wildest moments.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue100/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (100/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimeC.tesi Ocak 11, 2014 1:05 pm


wildest moments. Tumblr_mz9aswxiNv1s2pk2xo1_500
anna lizzie malfoy & henry mccourt

flashback; dört yıl kadar önce


En son Anna Lizzie Malfoy tarafından C.tesi Ocak 11, 2014 1:33 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue100/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (100/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimeC.tesi Ocak 11, 2014 1:25 pm



Sırtını dayadığı duvarın soğukluğunu tüm bedeninde hissederken titriyordu genç kız. Elleri uyuşmuş, ayaklarını hissedemez olmuştu ancak inatla oturduğu yerde durmaya devam ediyordu. Elinde bırakmaktan korkup sıkıca tuttuğu bir viski şişesi vardı ancak dudaklarına götürmüyordu şişeyi artık. Zira çoktan bitirmişti içindeki mayhoş canavarı. Şimdi, gecenin tüm karanlığında, tüm karanlığı ile bir evin önüne çökmüş ve bekliyordu. On dokuz yaşındaydı; tüm zorlu dönemleri geçmiş, ayakta kalmayı başarmış, başına gelen her şeyin üstesinden gelebilmişti. Oysa bir alışkanlığı vardı ki, kurtulamamıştı. Acılarını daima gözden uzaktan yaşamaya çalışmasıydı bu. İçinde bir boşluk onu öldürüyor, üzerinden gelmeye çalıştıkça çekiliyordu karanlığa. Hogwarts tatile girdiğinden beri malikâne artık sığınağı değildi. Suratına bakan üç küçük kardeşi vardı, her şeyi mükemmel yapmasını bekleyen. Onlar ona böylesine bir açlıkla bakarken, gözlerinin önünde yaşayamazdı duygularını. Saatin çoktan gece ikiyi geçtiğini, onların uyuduğunu biliyordu ancak ayağa kalkarsa yürüyemeyeceğinden emindi, cisimlenmek şöyle dursun. Sarhoşken cisimlenmemek gerektiğini bizzat test edip onaylamıştı zamanında ve beyin hücrelerinin yarısını kaybetmiş olsa da, bunu hatırlıyordu. Çünkü içki acıyı unutturmazdı; acıyı uyuşturur, hatıraları silik yapardı. Öte yandan, gözüne soktuğu tek şey de bu puslu bir bulutun ardında kalan saf acı olurdu.

İçindekiler söyleyemeyeceği kadar yoğun olsa da, yaşadığı duygular onu mahvetse de birisiyle konuşmanın vakti geldiğine inanmıştı genç kadın. Bu yüzdendir ki, Londra'nın batı yakasındaki Bartolomej Malikanesi'nin önüne çaresizce, dolu bir viski şişesi ile gelmişti. Aradan geçen üç saatin ardından boş bir şişe, kızarmış gözler ve kahrolmuş bir kız vardı yalnızca kapının önünde. Ev cinlerinden biri açmıştı kapıyı ve efendi Kennedy'nin arkadaşıyla dışarıda olduğunu söylemişti. Ian, Jeremy ve Henry. Arkadaşların bunlar olduğunu tahmin etmek zor olmadığı gibi, erkek erkeğe bir gece geçirmek istediklerini anlaması da zor değildi. Buna saygı duymak istemişti Anna, gerçekten istemişti... Bu yüzden tek yapabildiğini cine eve girmeyeceğini söylemek olmuş, peşi sıra oraya çöküvermişti. Etrafı uçsuz bucaksız ağaçlarla çevrilmişti malikânenin. Gözlerden uzaklarda, kimsenin kızı göremeyeceği bir noktadaydı Anna. Girişin çaprazında, sırtını eve vermişti. Gözleri yıldızlardaydı. Dik dik baktığının Orion olduğundan neredeyse emindi, zira tam altında parıldayan Sirius'u görebiliyordu. Orion'a o kadar yakın duruyordu; ama birbirlerine ulaşmaları imkansızdı.  Orion, öte adıyla Avcı, tüm cazibesiyle parıldayan Sirius'un üstünde, onunla birlikte yaşayıp gidiyordu; ama uzanamazdı ona. Gür siyah kirpiklerini kırpıştırdı genç kız. Svetlana veya Elizabeth'e de gidebilirdi; ancak Anna kızların meşgul olduğunu bildiği gibi, yalnızca onu avutmak için konuşacaklarını da biliyordu. Çünkü kızlar böyle yapardı. Ne kadar dobra olsalar da, neticesinde arkadaşlarını iyi hissettirmeye bakarlardı. Oysa erkeklerin bunu yapmayacağını biliyordu. Onlar acının, zevkle unutulabileceğine kesinlikle ikna olmuşlardı ve buna yardım ederlerdi. Anna Lizzie Malfoy'un tek istediği de buydu. Avutulmak için fazla yıpranmıştı daha on dokuzunda.

Aslında sorunun ne olduğunu sorsalar, söyleyemezdi. Bazen her şey öylesine birikirdi ki asıl sorunun hangisi olduğunu bilemezdiniz. Bazen öylesine yıpranırdınız ki, artık hangisinin daha çok acı veren olduğuna karar veremezdiniz... İşte, o güçlü Malfoy kızı artık pek de güçlü hissetmiyordu. Dağılmış, darmadağın olmuştu. Dünyası dönüyor gibiydi. Bir ses duyduğunda refleks ile gözlerini açtı. Eli asasına uzandı ama asasını daima koyduğu yerde kocaman bir boşluk vardı bu defa. Kaşları çatılırken bir kahkaha takip ettiği duyduğu çıtırtıyı. Tanıdık bir ses, bir kahkaha. Kennedy. Kendisini ormanda kaybolmuş bir küçük çocuğu, Bartolomej oğlanını ise bir kurtarıcı gibi hissetti olduğu yerde. Onun suratını görmek için gölgelerin içinde başını kaldırdığında adamın yanındaki kızı fark etti. Genç kız daha önce görmemişti, tanımıyordu ama Kennedy öylesine kaptırmış gözüküyordu ki kendisini, sesini çıkartmadı Anna. Birlikte yürüdüler, evin önüne dek. O an arkadan ikinci bir ses geldi. "Eğer sabaha kadar sevişecekseler, gürültülerini çekecek değilim." Üç erkek sayabilirdi Lizzie, hayatında önemli yere sahip üç erkek. Üçünün birlikte olması elbette ki hoştu; fakat pekâla aralarında bir dördüncü vardı. Henry McCourt. Ve adam daima söylenirdi. Gözlerini devirdi, onlar kendisini göremezken. Bir an içini telaş kapladı. Sahi, onu görürseler ne olurdu? Buna izin vermemek için kendisini biraz daha bitiştirdi duvara. Şimdi suratlarını daha net görebilir hâle gelmişti; zira ışık adamlara vuruyor, onu gölgede bırakıyordu. "Senin kız bulamamış olman Kennedy'nin eğlenemeyeceği anlamına gelmez dostum," dediğinde Jeremy, nefesini tuttu Malfoy kızı. "Kızı istememiş olmamla kızı bulamamış olmam arasında fark var. Kafam çok güzel oğlum. Kafam çok güzel. Kız kafam kadar güzel değildi." Erkeklerin kahkahaları duyulurken, evin kapısı açıldı. Artık onların çaprazında kalmıştı ve göremiyordu neler olup bittiğini. Biraz bekleyip gitmeye karar verdi, akmak için çabalayan gözyaşlarını daha akmadan elinin tersiyle silerken. Kendi kendine her şeyin geçeceğini, eve gidip güzelce uyuması gerektiğini söyledi. Erkeklerin konuşmaları git gide uzaklaşırken, kapının kapanma sesini duydu. Olduğu yerde kaldı önce. Elindeki şişeyi yavaşça bıraktı yere. Boğazına takılan hıçkırığın yükselmesine izin vermedi ve derin bir nefes aldı.

"Daha ne kadar orada saklanmayı planlıyorsun?" Sesi duyduğunda yerinden sıçradı. Alkolden, lanet olası alkoldendi bunlar. Vücudunun kontrolünü yitirmişti ve tepkileri... Aşırıydı. "Saklanmıyorum," diyebildiğinde ayağa kalktı. İki adım atmıştı ki yere kapaklanmak üzereyken sesin sahibi onu kavradı. Ona tutundu Anna, bunu yapmaması gerektiğini bilerek. "Sarhoşsun Malfoy." Gülümseyerek karşılık verdi genç kız. "Sanki sen değilsin McCourt." Adam bunu aldırıyormuş gibi gözükmeyerek, "En azından yürüyebiliyorum ve sanırım bu..." asasını çıkarıp uzattı kadına "...senin." Önce asasına sonra adama baktı genç kız. Eliyle asasını kavradığında, içinde bir korku hissetti. Gözlerinden bu belli oluyor olmalıydı ki, Henry devam etti. "Evin girişinde buldum. Bir ses duyduğuma emindim. Ve görünce her şey anlam kazandı. Burada ne arıyorsun Malfoy? Kennedy'e ilani aşk etmeye filan mı geldin?" Henüz şoku atlatamamış olan genç kız ellerini adamdan çekerek ayakta durmaya çabaladı. Bunu yapamayacağını bildiği için de hemen köşede duran çardağa ilerledi. Adamın kendisini takip edeceğinden emindi ki öyle de oldu. Çardağa çöktü kadın. "Sarhoşken bile sıkıcısın McCourt." Adam onun yanına oturduğunda, onun da düzgün yürüyemediğini fark etti kız. Yalnızca sarhoş değilmiş gibi yapmaya zorluyordu kendisini. Bilirdi bu duyguyu Anna. Kesinlikle bilirdi. "Sarhoşken bile inatçısın Malfoy." Gülümseyen kız başını sallayarak bir süre adamı süzdü. Gözleri birbirlerine kilitlenmişken, neden bilmese de atıldı kız.

"Yalnızca konuşmak istemiştim, erkekler gecesi yaptığınızı bilmiyordum," dedi ve sustu. "Malfoy bana açıklama yapıyor! Dünyanın son-" "Bir kere olsun sözlerimi bölme, McCourt." Anna'nın çıkışı öylesine ani olmuştu ki buna şaşıran Henry, başıyla onayladı. İzin verircesine kıza devam etmesi için bir el hareketi yaptı. Devam etti Anna, normalde böyle bir durumda laf sokacakken. "Ve sonra... Gidemedim. Evdeki üç çocuğun beni sarhoş görmesine izin veremezdim." Hahlayan Henry, "Üç çocuklu sıkıcı bir anne gibi konuşuyorsun," diye mırıldanınca cevap vermekte tereddüt etmedi Anna. "Üç çocuklu bir anne gibiyim ama hey, sıkıcı olduğumu söyleyemezsin." Ne yaptığını bilmeksizin adama doğru yanaştı genç kız. Tıpkı birkaç sene önce deli gibi sarhoş olup, kendisini Henry'nin yanında bulduğu gece hissettiği gibi hissediyordu. Nedense adamın da bu anıyı düşündüğünden emindi ve ona doğru uzandığında kaçmaya, laf sokmaya ya da farklı bir tepki vermeye çalışmadı. "Kesinlikle kabul etmeliyim ki, sıkıcı değilsin." Başıyla onayladı Anna sakince. Adam kendisine o kadar yakındı ki  kalp atışını bile hissedebiliyordu. Neden bunu yaptığını, neden Henry'nin yanında olduğunu bilmiyordu. Adamdan basitçe nefret ediyordu. Ondan nefret etmesi o kadar kolaydı ki, bunu engelleyemiyordu Anna. Onu asla sevemeyeceğini biliyor; ama bir şekilde ne zaman dağılsa, kendisini onun yanında buluyordu. Kendi kendisine bu soruyu sordu. "Neden hep kontrolümü kaybettiğim anlarda yanımda sen oluyorsun?" Ve o an fark etti, aslında soruyu sesli bir biçimde sorduğunu.


lol:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue97/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (97/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimeSalı Ocak 14, 2014 8:49 am

lol baby henry:

Öyle bir gün geçirmişlerdi ki eğer Henry zamanın nasıl geçtiğini anladığını söyleyecek olursa kesinlikle yalan söylemiş olurdu. En sonunda kendilerini Kennedy'nin evinde bulduklarındaysa evde evcinlerinden başka kimsenin olmayacağını biliyorlardı; yanılmadılar. Saatin geç olduğunu biliyordu ama bu bir yaz gecesinin ortasındayken günün yeni başladığından başka bir şey ifade etmiyordu Henry'e; Hele ki hafta sonu olduğu düşünülünce! Hayır, kesinlikle gün yeni başlıyordu. Zaten içkileri çıkartmakta olan Jeremy'ye yardım edip, kendisine bir bardak vodka koyarak yerine geçti. Vodka. Şüphesiz ki favorisi daima bu olacaktı, çünkü annesinin favorisi de buydu. Düşüncesindeki geçmiş zaman eki onu hiç olmadığı kadar rahatsız ediyordu. Vodkayı bardağa koyarken elimi titriyordu yoksa o mu öyle görüyordu. Önemsemedi. Jeremy durmadan konuşuyordu, tükenmek bilmeyen bir enerji deposuydu sanki; Henry'yse onun dediklerinin kaçta kaçını duyabildiğini bilmiyordu. Kesinlikl- Kesinlikle kabul edemeyeceği kadar sarhoş olmuştu, oluyordu, olsundu. Belki o zaman dünya üzerindeki tek derdi Jeremy gibi asıldığı kızın çakma sarışın çıkması olurdu. Güldü elinde olmaksızın ve Jeremy'ye laf attı bu konuda zira Jeremy bu gece bir sarışın tavlayacağı konusunda iddia'ya girmiş ve uyguladığı tüm tavlama yöntemlerine rağmen küçük bir detay yüzünden kaybetmişti. "Belki bunu da yazmak istersin Gazeteci Çocuk."
"O bir dergi, seni bakan müsfettesi!"
"Bir gün sihir bakanı olacağım ve sen-" parmağıyla Jeremy'i gösterdi sanki ciddiymiş gibi gözlerini kısarak "ayaklarımın önünde eğileceksin." Sözlerinin öylesine söylendiği ortadaydı ancak içinde bir doğruluk payı olduğu yadsınamazdı; sihir bakanı olmak Henry’nin en büyük hayaliydi belki de ve şuan kimseye açıkça söylemese bile –kimsenin onu yargılamasını kaldıramazdı- bu amaç uğruna oldukça didiniyordu. Öyle ki hayatı bakanlık ve ev arasına tıkılmış gibiydi bir gün şuan asistanı olduğu bölümün başkanı olacak ardındansa asıl hedefi için ilerleyecekti. İtiraf etmese bile ailesi öldüğünden beri dik yürüyebilmek için kendisine bulduğu bir amaç; yegane uğraştı bu ve bir de arkadaşları vardı. Yanlarında kendisini normal hissedebildiği bir iki kişi… İyi ki vardılar. Ian, Kennedy ve şuan Henry’nin işaret parmağının ucunda bulunan Jeremy... Jeremy gülmeye başladı peşine Henry'i de alarak. "Öyle sıkıcı haberleri Audrey yazıyor." dedi, "İşinde yükselmek için Sihir Bakanının ayakkabılarını bile parlatır o."
Henry sadece "Kulağa fena gelmiyor." dedi  göğsünü kabartarak "Hiç fena gelmiyor." Sonra gülmeye başladı, çünkü düşünce komikti ve o yeterince sarhoştu. Kapının çaldığını duyar gibi oldu ancak hiç kimse gelip gitmeyince yanlış duyduğuna kanaat getirdi ancak kapı yalnızca birkaç dakika sonra bir daha çaldığında karar vermekte aceleci olduğunu fark etmiş oldu. Ev cininin Kennedy'i çağırmasıyla bir Ian ile göz göze geldiler anlık şüpheci bir ifadeyle, sonra arkasından gidip baktıklarında yalnızca yarım saat kadar önce karşılaştıkları kızın Kennedy'nin teklifini olumlu olarak değerlendirdiği anlaşıldı. Kızı görmesiyle bir kur yapmaya başlayan Kennedy'i görmezden gelerek söylendi elinde olmadan, sonuç olarak arkadaşlarının tek geceliklerine kibar görünmek gibi bir derdi yoktu; tabi, tek gecelikler, Henry'nin zihninde tek gecelik olarak adlandırıldıklarının genel olarak farkında olmuyorlardı orası ayrı. Birkaç dakika sonra Henry Jeremy’e laf anlatmayı tamamlamış girişteki verandanın tamamen farklı bir köşesine tünemişti.
 
İçerideyken fark etmemişti ama dışarıda sakin bir yaz havası vardı, öyle ki son birkaç saattir ilk kez ayık gibi hissetmişti. Derin bir nefes aldı Kennedy kızı içeri davet ederken ve hafif rüzgarın alnını kapatan zifiri siyah saçlarını kıpırdatmasına izin verdi. Dışarı sessizdi. Hele ön tarafı tamamıyla bir ormana bakan bu malikanenin kapısından bakınca bu sessizlik ikiye katlanıyordu sanki. Eğer arkadaki tüm konuşmaları yok sayarsak sadece Henry'nin düzensiz nefes alış verişi, birkaç gece hayvanın sesi ve hafifçe çevreyi dolaşan rüzgar vardı ve- Henry farklı bir ses duyduğunu sandı ve bu kez içerde olduğu gibi yanılsama olduğunu düşünerek geçiştirmedi bunu. Cebinde asasını yokladı ve varlığını hissedince içeride unutmadığı için mutlu oldu ancak eline alıp iki adım atmasına kalmadan yerde bir başka asa ilişti gözüne. Kaşının istemsizce çatıldığını hissetti zira asanın sahibini tanıyordu; sahibi de uzaklarda olmamalıydı hani. İşlemeli siyah asa ona öylece bakarken asayı orada öylece bırakmayı düşündü veya alıp bir yerlere atmayı; şüphesiz ki Malfoy ufaklığının onu bulamaması üzerine dikkatli olması gerektiği hakkında laflar söyleyip oralı bile olmamak onu yalnızca eğlendirirdi. Hem bundan sonra kullanacağı asanın da kıza ne kadar bağlı olacağını Tanrı bilirdi. Ancak yine de düşündüğü tüm ihtimalleri bir kenara bırakıp asayı sağ eline aldı ve asanın sahibi için bakınırken sol eliyle kendi asasını tutmaya devam etti. Doğrusunu söylemek gerekirse iki asayla yürümek tuhaftı ancak kendisininkini cebine koyup kızınkiyle devam edemeyeceği de ortadaydı; Anna'nın asasıyla şapkadan tavşan çıkarabileceğine bile inanmıyordu işin aslı. Merak etse de denemedi.
 
Anna'nın asasını burada bırakıp fazla uzaklara gidemeyeceğini biliyordu, tabi muggle taşıtları kullanmaya başlamamışsa. Hah, bu komik olurdu. Ancak Henry bu ihtimalin üstünün daha düşünürken çizildiğini biliyordu, yani gülecek bir şey yoktu. Yeni bir adım attığında sendeledi ve kendisini toplaması için bir saniye kadar durması gerekti. Belki de bağcıkları açıktı, göz ucuyla bakınca oldukça bağlı olduklarını gördü. Ah, en azından bir şeyi düzgündü. Öyle bir giyinmişti ki uzaktan bakan herhangi birinin onu sıradan, sıska bir Muggle çocuğu sanmaması için hiçbir neden yoktu; ancak bu onun sıradan haliydi ve şuan uzaktan bakabilecek tek kişinin de Anna olduğunu biliyordu. Ancak kız ona bakamadan önce kendisi gördü.
 
Anna ileride bir çalılığın ardında öylece durmuştu. Sırtı Henry'e dönüktü ancak sanki bir şeylerden gizleniyormuş gibi bir hali vardı. Yavaşça yaklaştı Henry ancak Anna fark etmedi. Şaşılasıydı. Kızın hafif dalgalı, siyah saçları salınmıştı. Aynı Henry'ninki kadar beyaz olan teniyse yansıyan ayın ışığında aynı yıldızlar gibi yavaşça parıldıyordu. Belki de Henry'nin beyniydi her şeyi böyle ağır kılan, bilemiyordu. Asasını tutan eli gevşemişti ancak bırakmamıştı hala. Kızın baktığı yöne bakınca yeni içeri girmekte olan Kennedy'leri gördü ve koskocaman ormanın girişinde ayakta durmak için destek aldığı ağacı bırakarak Anna'ya seslendi sonunda. Kız kendisine döndüğünde anlık bir ürpertiyle sıçradı. Henry gülmese de gülermiş gibi oldu, tuhaf işliyordu bu gece aklı hem ne zaman tutmuştu ki ağacı.
 
Kız sarhoştu. Bunu anlamak için dahi olmasına gerek yoktu Henry'nin; her zamanki kendine güvenen hareketlerin arkasından gelen ufak bir sese bile ürken hareketlerle yer değiştirmesinden, "Saklanmıyorum." derken bile yalanını gizleyememesinden belliydi bu. "Sarhoşsun Malfoy." dedi kızın kendisine tutunmasını sağlarken. Bunu neden yapmıştı ki? Sanki kendisi ayakta durabiliyordu! "Sanki sen değilsin McCourt." diye cevapladı kız onu. Bunu söylerken gülümsemişti. Gözlerini devirdi Henry. Malfoy ne zamandan beri ona gülümsüyor olmuştu ki? "En azından yürüyebiliyorum." dedi kestirip atarak ardından sağ elindeki asayı uzattı kıza "Sanırım.. ." Demek sanıyorsun Henry? "...bu senin." Anna asasını gördüğünde gözlerinde korkuyu okudu Henry, demek kaybettiğini bile yeni fark ediyordu. Belki de asayı Henry'nin getirip vermesini tekinsiz bulmuştu; ne zaman birbirlerine hayırları dokunmuştu ki sonuç olarak? Ama bu kez dokunuyordu ancak elbette ki bir gün bu durumu kullanırdı. En azından aptallık yaptığını söyleyen iç sesini bastırmak için böyle düşünüyor olabilirdi; ancak fena bir düşünce değildi ki iç sesi dinginleşmişti. "Evin girişinde buldum." dedi kızdan ses gelmeyince. "Bir ses duyduğuma emindim. Ve görünce her şey anlam kazandı. Burada ne arıyorsun Malfoy? Kennedy'e ilani aşk etmeye filan mı geldin?" diye sorarak bitirdi sözlerini dalga geçer bir tonda ve belki de gerçek Henry'nin gelmekte gecikmediğini düşünen Anna kolunu genç adamdan tamamen çekerek arkasına bakmadan hızla ileriye doğru ilerlemeye başladı. İleride bir çardak olduğunu bilecek kadar tanıyordu Henry bu evi, bu bahçeyi. Sabahları yemyeşil parıldayan taze kesilmiş çimenlerle kaplı, çevresini rengarenk çicekler ve belirli bir düzenle dikilmiş meyve ağaçları kaplayan o neşeli bahçe gecenin karanlığında kendisine siyaha yakın mavi yeşil bir renk belirlemişti şimdi. Henry’yse bir an bile düşünmeden gözlerinin çoktan alışmaya başladığı o karanlığın içinde yürümeye başlamıştı. Genç kızın çardağa oturduğunu fark ettiğinde benden kurtulamazsın dercesine yanına oturdu ve Henry’nin hal ve tavırlarına bundan birkaç yıl önce tamamiyle alışmış olan Anna "Sarhoşken bile sıkıcısın." diye homurdandı, Henry’e doğru bile bakmıyordu bunu yaparken; ah, demek tek eğlenen Henry’ydi, ne kadar acı. Yine de genç kız Anna Henry’i geçiştirmekten öteye gitmemişti; her zamanki gibi... "Sarhoşken bile inatçısın Malfoy." diye cevapladı genç kızı ve Anna bakışlarını kendisine çevirdi ilk kez, her ikisi de gözlerini bile kırpmadı. Sonra genç kız Henry’yi bile şaşırtarak anlatmaya başladı. Henry bunun üzerine "Malfoy bana açıklama yapıyor! Dünyanın son-" demek üzereydi ki Anna aniden Henry’nin lafını bölerek bir kere olsun düzgünce dinlemesini istedi. Henry bir an duraksasa da ilk kez Anna’nın bir cümlesi üzerine zıt tepki vermeden kabul ederek devam etmesini istedi. Bu Henry’nin son zamanlarda, hatta belki debirbirlerini tanıdıklarından beri, Anna’dan duyduğu en normal ve doğal tepkiydi çünkü. Belki garipti bu durum ancak umurunda değildi. "Ve sonra... Gidemedim. Evdeki üç çocuğun beni sarhoş görmesine izin veremezdim." dedi Anna. Kendi ailesini kaybettikten sonra genç kızın durumu hakkında biraz fazla kafa yormuştu Henry, Anna bunu bilmiyor olsa da; saygı duymaya başlamıştı içten içe ancak genç kızın içinde büyüdüğü bu gerçeği daima doğal hayat şartları olarak değerlendiren biri olarak Henry için bunca zaman sonra Anna’nın pozisyonundan düşünmeye çalışmak göründüğü kadar kolay bir şey değildi. "Üç çocuklu sıkıcı bir anne gibi konuşuyorsun," diye mırıldandı sadece Anna’ya, bakmaksızın, sadece küçük bir kız olduğunu hatırlatmak istercesine. Çünkü bazen cidden unutuyor gibiydi ve sadece bir seferliğe mahsus olacak da olsa Henry hatırlatmak istemişti.  "Üç çocuklu bir anne gibiyim ama hey, sıkıcı olduğumu söyleyemezsin." dedi  Anna, oturduğu yere Henry’e biraz daha yaklaşarak. Henry Anna’nın bu tavrına karşılık sakince kıza baktı sadece, normalde Anna’nın kendisine böyle davranmayacağını biliyor ve sarhoşluğundan ötürü böyle davrandığını düşünüyordu ve aklına, bundan birkaç yıl önce yine böylesine sarhoşken beraber oldukları gece geliyordu. Hoş gerçekten beraber olduklarından da emin değildi aslında, uyandığında Anna çoktan yataktan kalkmış kendisi ise yarı çıplaktı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi kız çıkıp giderken umursamaz bir bakış atmış ve yatakta yan dönerek açtığın gözlerini tekrar kapatmıştı. Konu da böylece kapanmıştı sanki, ne o ne de Anna açıkta kalan onca soru işaretine rağmen o gecenin konusunu açmamışlardı. Hatırladığı tek şey yatağa gitmeden öncesiydi. Kendi evinde, yine böyle bir gecenin yarısı, salondaki koltuklardan birinde öpüşmeye başlamışlardı ve Henry genç kızı tutup yatak odasına cisimleneceğinde Ian’ın omzundan tutup kendisini sarstığını hatırlıyordu. “O küçük bir kız, bunu unutma.” diye uyarmıştı Henry’i, çünkü arkadaşının yatakta sakin olmadığını biliyordu. Omuz silkmişti Henry umursamadan; kendisi yakında mezun olacak bir on sekiz, Anna ise sadece on dörttü oysa. Kucağındaki pek de kendinde olmayan Anna küçük olmadığını söylemişti gülerek sonra Henry’nin dudaklarına eğilip büyük bir öpücük bırakmıştı. Şimdi Anna kendisine uzandığında durup laf sokmaya veya farklı bir tepki vermeye çalışmadı. "Kesinlikle kabul etmeliyim ki, sıkıcı değilsin." dedi sadece ve Anna’nın kafasıyla kendisini onaylayışını izledi. Acaba o da o günü hatırlıyor muydu? Bu sorunun cevabı belki de bütünüyle gizemli kalacaktı. Ancak Anna’nın "Neden hep kontrolümü kaybettiğim anlarda yanımda sen oluyorsun?" diye sormasıyla cevabını almış oldu. Sanki küçük kız zihnini okuyormuş gibi hissetti bir an, oysa zihnini daima çevreye karşı kapalı tutardı o, sarhoş bile olsa. Hem şu küçük kız lafı, belli ki diline dolanan bir diğer şeydi sadece. Eskiden okuldayken ona öyle seslenirdi, sanki bir adı yokmuş gibi. Çünkü çevresinde dolandığı Henry’nin grubuna kıyasla evet, küçüktü. Ancak şimdi Henry genç kızın gözlerinden içeri bakarken birkaç yıl önce öpüştüğü küçük kızdan farklı birini görüyordu.
 
Kızın sorusuna cevap olarak omuz silkti sadece, çünkü Anna’nın ondan daha fazlasını beklemesi yanlış olurdu. “Bu senin sorunun.” diye ekledi,   “Belki de yanında ben olduğum için kendini kaybediyorsundur.” Anna’nın kendisine attığı sert bakışı yakaladı ve umursamazsızın konuşmasını sürdürdü “Herkes içeride, seni yanımda zorla tutuyor değilim.”
 
"Takip eden sendin."
 
“Yine de kalkıp gidebilirdin.” dedi Henry. “Hala gidebilirsin. Öyleyse git, beni yalnız bırak, küçük kız.”
 
 
 

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue100/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (100/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimeCuma Ocak 17, 2014 8:09 am



Bazı soruları cevap almayı beklemeden sorardınız. Belki cevabından korktuğunuz için, belki cevabı çok iyi bildiğinizden. Bu defa Anna Lizzie Malfoy sorduğu soruyu ikisini de düşünerek sormamıştı. Yalnızca dudaklarından dökülen, fark edemediği birkaç sözcüktü dışarıdan bakılınca önemli bir olaymış gibi gözüken bu soru. Cevap almayı istemiyordu kadın; beklemiyordu da. McCourt bu gibi durumlarda sessiz kalmayı tercih eder, hiçbir şey olmamış gibi başka bir konuya dalardı. Defalarca tanık olmuştu siyah saçları rüzgârla uçuşan kadın, kollarını adamın sıcak göğsünün üzerinden çekmezken. Adamın melodik ses tonunu duyduğunda –ki Anna onu defalarca şarkı söylerken duymuştu, adamın sesi bunun için yaratılmış gibiydi- şaşırsa da belli etmedi. “Bu senin sorunun. Belki de yanında ben olduğum için kendini kaybediyorsundur,” dedi adam. Tipik bir Henry, diye düşündü genç kız. “Herkes içeride, seni yanımda zorla tutuyor değilim.” Bu gerçeği biliyordu. Bu gerçeğin farkındaydı. Verandaya geçip otururken Henry’nin kendisini takip etmesini istemişti ama bunu ona zorla yaptırmamış, aksine sessizlikle geçip oturmuştu yerine. “Takip eden sendin,” dedi düşüncelerini dile getirerek. Ve geri kalan kısmı kendisine sakladı. “Yine de kalkıp gidebilirdin… Hala gidebilirsin. Öyleyse git, beni yalnız bırak, küçük kız.” Küçük kız. Anna kendisini hiçbir zaman küçük bir kız gibi hissetmemiş, hissedememişti. Küçük kız için fazla büyük ve acı dolu bir dünyası vardı. Küçük kızların dünyalarında acıya bu denli yer verilmezdi. Genç kızı bu günlere taşıyan, belki de yaşıtlarından çok daha ötesini görebilmesini sağlayan da bu olmuştu. Büyük hayalleri onu küçük olmaktan alıkoymuş, asla neşe saçan küçük bir kız olmamıştı. Oysa Henry ona böyle seslenirken, itiraz etmemişti bir kere bile. Ona farklı lakaplarla karşılık vermiş, herhangi bir karşı çıkmada bulunmamıştı. Geleneği bozmadı o da. "Gitmek istediğimi söylemedim."

Kelimeler keskin ve doğruydu kızın dudaklarından dökülmeden önce. Ses tonuyla buluştuğunda ise yanlış hissettirmişti genç kıza. Eksik belki de... "Gitmek istemiyorum." İçeride olup bitenlere kafa yordu. Henry'nin yokluğunu fark edip etmediklerinden bile emin değildi, o kadar uçmuş vaziyette gelmişlerken eve. Jeremy'nin daha önce kustuğuna bir kez olsun tanık olmamışken, demin gözlerinin önünde tüm içini bahçeye boşalttığına emindi. Ian ise hayalet gibiydi, kendisinden geçmişti. Geriye bir tek kızla oynaşmakla meşgul Kennedy kalıyordu. Adamın adı içinin cız etmesine yol açtı. Onunla dertleşmeye gelmesinin pek çok sebebi vardı. Onunla birlikte büyümüşlerdi, o daima Anna'yı gözlerinden anlayabilen birisi olmuş; acılarını, mutluluklarını, başarılarını paylaşmıştı kızla. Kennedy'den başkası değildi, kızın içini dışını bilen. Anna bencillik yaptığını fark etti. Çapkın Bartolomej'in eve kızla gelmesi şaşırtıcı değildi, bunu Jacqueliyne'in düğününden bir hafta önce yapması da öyle. Gerçek suratına tokat atarcasına acıttı canını. Bunun Kennedy'i öldürdüğünü görebiliyordu oysa adam o kadar inatçıydı ki, kızın evlenmesine izin verecekti. Belki de asla kolundan tutup dokunamayacaktı Jacqueliyne'e. Belki de asla mutlu bir hayat süremeyeceklerdi birlikte. Tanrı aşkına, ne zamandır mutlu birlikteliklere bakar olmuştu ki? Gözleri yıldızları süzerken sebebin Marcus olduğunu biliyordu. Bir yıl önce hayatına giren, bir anda yokluğa karışan, tek kelime etmeden onu terk eden Marcus. Jeremy'nin kuzeni olan Marcus... Bu evde bulunabilecek herkesin Anna'nın gözlerine bakarken düşündüğü Marcus. Daha nasıl açıklayabilirdi ki kadın? Hissediyordu işte. Gözlerindeki bakışı görüyordu. Onun için üzülüyorlardı. Hayatı boyunca güçlü durup, kimsenin kendisi için üzülmemesini amaç edinmiş genç kıza, üzülüyorlardı! Biri hariç. Başını çevirip o kişiye baktı Anna. Bedeni kendisine bu kadar yakınken, ne olursa olsun Henry'nin ona acımayacağını biliyordu ve işte tam da bu yüzden burada kalmak, adamın iğneleyici laflarını dinlemek istiyordu.

Henry'nin kayıtsız suratını izlerken havaya yayılan alkol kokusunun kendisinden mi adamdan mı geldiğine emin bile değildi Anna. Bunu anlayamayacak kadar sarhoştu ve zihninde onlarca şey birbiriyle savaşmakla meşguldü. Aldırış etmedi, Henry'nin de etmeyeceğini biliyordu. Adamla bunca yıl öyle ya da böyle birliktelerdi, birbirlerinden nefret etseler bile birbirlerini tanırlardı. Kim bilir, Henry belki de Anna'yı çok az kişinin tanıyabildiği şekilde tanıyordu. Buna rağmen, nefret etmeyi seçiyordu her seferinde. Bu gerçek onu gülümsetirdi normalde. Oysa şu an suçu atmak istediği alkolün etkisiyle gözleri dolmuştu. Birinin ona saldırmasından zevk alıyordu... Bundan zevk alıyordu. İnsanlara lanet atmaktan, bir şeyleri kırıp dökmekten, reddedilemez şekilde zevk alıyordu. Bir şeyleri kaybedenin bir tek kendisi olacağı duygusunu atıyordu böylece üzerinden. Her şeyin ne kadar kırılgan bir düzene sahip olduğunu gösteriyordu insanlara. Ancak bu defa, kendisinde hâlâ kırılabilir bir şeyler olduğunu fark etmişti Marcus'un gidişiyle. Hiç imkân vermediği yerlerden vurulmuş, canı yanmıştı. Acının varlığını hissediyordu ama yoktu işte, neresinin acıdığını bilmiyordu. Belki sıradan bir algıydı, acıması gerektiğini düşündüğü için böyle hissediyordu; ama içini böylesine kemiren bir duygu nasıl yalan olabilirdi ki? Fiziksel acıyı takmak istedi o an. Mazoşist biri olmak için kendisine fazla değer verirdi ama gerçek acıyı görmek ve kıyaslamak istiyordu. Bedenen incinmek, bunun nasıl hissettirdiğini bilmek. Asla izin vermemişti başka insanların kendisine fiziksel olarak saldırmasına. Asası daima elindeydi karşılık vermek için ama şimdi... Tam şu anda tek istediği şey buydu. Hızla dikeldi. Adamın gözlerinin içine baktı. "Vur bana." Henry adeta boğulurmuş gibi bir ses çıkardığında onun güldüğünü düşünen Anna, ciddiydi. Adamın omuzlarını elleriyle kavradı. "Vur bana. Bir şeyler hissetmek istiyorum. Vur bana." Kucağında oturduğu adamın suratına yayılan gülümseme yerini kuşkulu bir bakışa bırakırken sessizliğe büründü gözlerinden akan yaşları durduramayan Anna.

"Saçmalıyorsun," dedi adam azarlar bir ses tonuyla. Onun gözlerine bakarken genç kadın uzanıp onun dudaklarına dokundu parmak uçlarıyla onu susturmak için. "Hep bunu istemedin mi McCourt? Hep benden kurtulmayı ummadın mı?" Adamın yumuşak dudaklarının üzerinde olan parmakları yavaşça onun yanaklarına kaydı. Küçük bir çocuğu sever gibi avcunun içine aldı adamın yüzünü. "Yap hadi. Sadece bir kere. Yap istediğini. Hiçbir şey yapmayacağım. Söz veriyorum Henry, sadece yap." Adama belki de ilk defa ismiyle hitap etmişti, geride bıraktıkları yıllardan sonra. Tereddüde düşmüş olduğu doğruydu ama tek seferde çıkmıştı ismi dudaklarından. Sanki ismini söylemek için hep bu anı beklemiş gibiydi. Kalp kırıklarıyla dolu bir gecede, yıldızların altında, arkada yanan malikâne şöminelerinin ateşinin gölgeleri adamın suratına vururken... Düşünmezken bir an sonrasını. Etkisinde kalmazken nefretin. Yalnızca o an o ve Henry varken. Kendilerine ait yaşadıkları sessizliklerden birinde. Cevap vermesini bekledi sessizce ama adam yalnızca onun dudaklarına bakıyor ve bakmaya devam ediyordu. Onun düşündüğü şeyi gerçekleştirdi Anna. Eğilip, dudaklarını dudaklarına bastırdı. Daha önce tatmıştı bu dudakları fakat böyle değil, hayır. Tutkuyla yanaşmıyordu bu defa ve gece eğer sevişirseler, bunu unutmazdı. On dört yaşında adını dahi hatırlayamadığı bir an onunla sevişip sevişmediğini bilmeyen küçük kız değil, on dokuz yaşında ve hâlâ biraz olsun gerçeklik algısını koruyan bir genç kızdı bu defa. Aklında daha fazla soru işaretine yer yoktu ve buna izin vermeyecekti. Dudağı dudağının üzerinde öylece kaldı. Sonra nedendir ki, adamın dudaklarının hareketi ile ona biraz daha sarılarak karşılık verdi. Adamın alt dudağını kavrarken kendi dudaklarıyla, elinin belinde, kalçalarında ve göğüslerinde dolanmasına izin verdi. Asla sürtük biri olmamıştı kadın; bu ona haksızlık olurdu. Yatıp kalkmıştı elbette, bundan zevk aldığı da inkâr edilemezdi ama hayat gayesi bu değildi. Küçük kaçamaklardı onun hayatını neşelendiren.

Marcus'un gidişinden bu yana, kaç tane dudağa dokunmuştu kim bilir? Acısını yok saymak istemişti. Tıpkı Kennedy'nin şimdi yapıyor olduğu gibi. O kıza bakacaktı ama gördüğü tek kişi Jacqueliyne olacaktı Kennedy'nin. Biliyordu Anna, biliyordu. Kızın esmer teninin Jacqueliyne'in beyaz teni olmasını dileyecekti belki de. Sesinin onun gibi çıkmasını, onun gibi kokmasını umacaktı... Bir süre sonra belki de farkı bile anlamayacaktı. Denemişti Anna bunu. Marcus'tan sonra yattığı herkeste adamın sinir bozucu mükemmel gülüşünü görmüştü. Ellerini tuttuğu herkes o olmuştu. Seviştiği her beden onun ismiyle yankılanmıştı içinde. Dokunduğu herkes o olmuştu. Oysa Henry'nin dudaklarını öperken... Henry olduğunu biliyordu karşısındakinin. Marcus'u görmeyi beklemiyordu onda. Sarışın adamı bu siyah saçlı adamla kıyaslamıyor, kıyaslayamıyordu. Bu dünyanın iki farklı ucunu bir köşede birleştirmeye çalışmak gibiydi. Denemiyordu bile Anna. İşte bu yüzden, biraz geri çekilirken biraz daha sardı adamı. Yakınına çekti. Diliyle dilini okşadı. Kendi tuzlu gözyaşları adamın suratına da bulaşırken makyajının dağılıp dağılmamış olmasını umursamadı. O an... Sonsuzdular. Henry ve Anna oluşları umurunda bile değildi Anna'nın. Kapı açılırsa, birileri görürse, birileri onlara kafa yorarsa ne demek zorunda kalacağı da. Sadece anın tadına varıyordu ve geri çekildiğinde dengesini bulabilmek için tutundu ona sıkıca. Hâlâ vazgeçmemişti isteğinden. Eğer birisinin ona çekinmeden acı vereceğini ve bunun yanına kâr kalacağı varsa, bu kişi Henry'di. Onu incitmekten çekinmemeliydi, onun gözünde Anna değersizdi. Adamın değer kalıplarını bilen Malfoy, böyle bir isteği ikiletmeyeceğini biliyordu. Yanılıyor olabilir miydi? Daima kendi küçük dünyasına yaşayan, herkese alayla bakan ve insanların kendisinden nefret etmesine izin veren bu adam, Anna ona izin verirken kendisini durdurabilir miydi? Birbirlerine ne kadar benzediklerini o an anladı genç kız. Nefret güçlü bir duyguydu ve bunu severdi Anna, insanların kendisinden nefret etmesine izin verirdi. Kendi binasına karşı açık olmuştu daima. Henry'nin aksine onların kendisini sevmemesi için elinden geleni yapmamıştı ama bir başkasına, bir Gryffindor'a, sıradan birine izin vermezdi bu konuda. En azından o zamanlar yapmazdı bunu. Çünkü dünyadaki en benzersiz duygu aşk değildi... Değildi işte. Nefretti. Korkuydu. Nefret edilirsen, korkulan olurdun. Bu yüzden buna sığınırdı Anna. O ana kadar, Henry'nin de dayanağının bu olduğunu fark etmemişti. Kendisini hep onunla başka bir dünyadaymış gibi hayal etmiş, ona karşı önyargılarını korumuştu. Asla aşmamıştı sınırı. Şimdi ise dudaklarından dökülen kelimelere zincir vuramazken, bir kez olsun aşıyordu. Ve yine bir kez, yalnızca bir kez için... Durmayacaktı. Bu gece değil.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue97/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (97/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimePtsi Ocak 27, 2014 10:07 am


Anna'nın gitmeyeceğini biliyordu. Tüm o cümleleri soğukkanlılıkla kurup aksinin olmasını ummazken yine de genç kızın yanından ayrılmayacağına adı gibi emindi. Sadece Henry dedi diye yapmazdı bunu; sadece adam istedi diye yapmış olmamak için. Ve "Gitmek istediğimi söylemedim." dedi Henry'i şaşırtmayarak. Ancak sesinde Anna'dan duymaya alışık olmadığı tuhaf bir tını vardı, ufak bir kırılma... Alkoldendi belki de; insanların alkole cevabı farklı olurdu: bazıları kendisini dünyanın en mutlu insanı zannederken bazılarıysa derinlerindeki dertlere boğulurdu. Küçük kız ikinci türdendi demek ki, Henry kızın bunun için sebepleri olduğunu da biliyordu çünkü o sebeplerdi insanı böyle hissettiren. Hisler insandan insana değişmiyordu aslında, zamandı bunu yapan. Biliyordu Henry, yalnızca birkaç yıl önce hayatı gayet normal sayılırken, kafasını dağıtmak için içtiğinde gerçekten dağılırdı çünkü.

"Gitmek istemiyorum." dedi kız kendisini onaylayarak. Bu kez daha net bir sesle konuşmuştu. Henry kızın çabasına hayrandı. Sesli bir cevap vermeden tamam o zaman dercesine omuz silkti sadece ve genç kızın tekrar göğsüne yaslanıp bakışlarını geceye dikerek kendisine sarılmasına izin verdi. Buraya kadar gelmişken neden içeri girmek istemediği hakkındaysa ufak tefek yorumları vardı Henry'nin kafasında yavaşça oluşan ve oluştukları gibi umursamaz bir şekilde kaybolan. Her ne olursa olsun kıza attığı lafın bir diğer ucu olduğunu biliyordu, yeni isterse kendisi de gidebilirdi; Kennedy ile adını bilmediği o kız yukarıdaki odalardan birinde sevişirken diğerleriyle takılabilirdi, ancak kızı yalnız bırakmak istemiyordu. Belki yanında olması gereken en gereksiz kişi olsa da… Elinin farkında olmadan kızın saçlarına gittiğini fark etti ve birkaç küçük okşamadan sonra tedirgin olarak geri çekti. Kızın fark edip fark etmediğini bilmiyordu ancak fark etmemiş olmasını umuyordu nedensizce. Fark etse ne olurdu ki? Bu soruyu kendisine sorduktan sonra düzgün bir cevap alamamasına rağmen bir daha elini kızın saçlarına götürmedi. Tuhaf bir huy gibiydi bu Henry'de, yanındaki birinin saçlarıyla oynamayı seviyordu; özellikle uyumadan önce. Birisinin kendi saçlarıyla oynamasını da severdi ayrıca ancak bu kişinin Malfoy Kızı olmayacağına emindi. Kızın bakışlarını kendi suratında hissettiğinde ne zamandan beri baktığını hesaplayamadı ancak gözlerini kaçırmadan, yüzünde en ufak bir ifade olmaksızın, sakince durdu sadece. Kızın kendisine bakan gözleri dalgındı. O masmavi gözlerin ardında neler döndüğünü merak etti bir an Henry, ardından kızın gözünde beliren o ilk damlayı izledi. İlk damla akmaksızın yanına yenilerini toplarken derin bir nefes alıp gökyüzüne baktı genç adam. İnsanların ağlamalarından nefret ediyordu. Her ne sebeple olursa olsun. Zayıflıktı bu. Duyguların dışa vurumu, hormonel bir boşalmadan başka bir şey değildi; aşk da öyle, nefret de; insan her konuda kendisini kontrol edebilmeliydi. Bu nedenle kendisi çok uzun zaman önce bırakmıştı bu saçmalığı; ailesini kaybettiği gün bile ağlamamıştı, göz yaşlarının kimseyi geri getiremeyeceğini biliyordu zira. Öte yandan sırf bu nedenle ağlayan bir kişiyi avutmayı da bilmezdi, hiç öğrenmemişti bunu. Bir keresinde ağlayacak kadar kötü hissettiğinde kendisine kızmıştı, ağlamamasını gerektiren tüm gerçekleri kendisine bağırıp küfürler etmiş en sonunda bir köşede yalnız başına otururken bulmuştu. Küçüktü o zamanlar, en az Anna’nın şuan olduğu kadar.

Genç kızın kucağında pozisyon değiştirmesiyle irkildi ve kızın aniden "Vur bana." deyişiyle bu irkilişi yerini şaşırmış dalga geçen bir gülüşe bıraktı. Ciddiye aldığı yoktu. Oysa kız tam aksine oldukça ciddi görünüyordu. "Vur bana. Bir şeyler hissetmek istiyorum. Vur bana." dedi gözlerinden yaşların akmasına izin verirken. Henry’deki o henüz oluşmuş gülüş silinip yüzünü katı bir hale bıraktı böylece. İnsanların ağlamalarından nefret ediyordu evet, ama Anna’yı ilk kez ağlarken görüyordu. Aradan geçen onca yıl ve onca sıkıntıdan sonra bunun Henry için ilk oluşu tuhaftı, yada değildi; şuana kadar kızın sorunlarıyla ne zaman ilgilenmişti ki? Kaçmıştı hep. Ve şimdi, bu gece, Anna Henry’nin bir zayıf yanını daha yakalamış gibi adamın kalkıp gitmeyeceğini bilirken ona bu şekilde yaklaşıyordu. Kendisine vurmasını istiyordu, bir şeyler hissetmek istediğini söylüyordu. Henry genç kızı anlayamıyor olmayı dilerdi ancak anlıyordu, tamamen üzgünken kendisine yeni bir acı bulup diğerini unutmak istiyordu. Böylece daha çabuk kendisini toparlayacaktı çünkü yeni bulduğu acı onu sadece incitecekti, derinlerine işlemeyecek, kalbini kırmayacaktı. Ancak ne kadar yeterli olacaktı ki? Olmayacaktı. Biliyordu. Çünkü o da denemişti. Ailesini kaybettikten sadece birkaç hafta sonra hayatında ilk kez bir erkekle birlikte olmuştu Henry, bir bara gidip en iri gördüğü adama izin vermişti bunun için. Belki de çevresindeki kimse bilmiyordu bunu, söyleyecek de değildi. Ve o ilk ilişkiden sonra bunu sürdürmeye devam etmişti, en başta acı veren olay bir süre sonra sadece zevk verir olmuştu adama. Yine de, yine de yetmemişti işte. Saçmaladığını söyledi kıza azarlarcasına, ciddiydi de ayrıca, Anna ne kadar olduğunu bilmese de. Konuşmasını sürdürecekken genç kız buna izin vermeyerek Henry’nin dudaklarına dokundu ve "Hep bunu istemedin mi McCourt? Hep benden kurtulmayı ummadın mı? dedi, haksız sayılmazdı. Henry hiçbir zaman sevememişti genç kızı, daima aralarındaki fazlalık olarak görmüş ve bu görüşünü belirtmekten hiçbir zaman çekinmemişti ancak bu şekilde olmazdı. Ama kıza, kız öyle istiyor diye vurmak Henry’e yakışmazdı. Cümleyi açmak gerekirse adama yakışmayan şey bir kıza vurmak mı, yoksa bunu başkası istiyor diye yapacak olması mıydı, havada kalıyordu tabi. Hakkındaki görüşler neydi bilmiyordu ama bir kıza asla vurmamıştı genç adam. Beraber düello yaptığı ve acımadan yere serdiği birçok kadın veya kız olmuştu tabi ki ancak kimseye kendi kişisel zevkleri için vurmamıştı. Anna’nın bunu Henry’den istiyor oluşu kızın aksini düşündüğünü gösteriyordu. Onun gözünden bakıldığında nasıl iğrenç bir adam olduğunu düşündü ister istemez, umurunda değildi, bunu genç kıza yapan oydu. Kızın yumuşak ellerinin darbeden önce adamı ikna etmek için yalvarırcasına suratında gezindiğini hissedebiliyordu ve hala aralarındaki sarhoş edici havayı solumaktan başka bir tepki vermiyordu. "Yap hadi. Sadece bir kere. Yap istediğini. Hiçbir şey yapmayacağım. Söz veriyorum Henry, sadece yap." Kendi ismini duyduğunda kızın gözlerine bakakaldı bir saniye çünkü ismini bu Anna’nın ağzından daha önce bir kere bile duymamıştı. Aynı kendi kullandığı küçük kız lafı gibi kızın da Henry’i anabileceği bir takım kelimeleri oluşmuştu şuana kadar ancak bu sefer kız kendisine adıyla seslenmeyi seçmişti. Ardından Henry’nin bakışları genç kızın gözlerinden önce hafif çilli yanaklarına sonraysa dudaklarına kaydı. Dolgun ve biçimli dudaklardı bunlar. Üzerlerindeki şarap sanki hiç içilmemiş gibi nemli bir şekilde parlayarak göz alan… Henry bunu denemek isterdi, küçük kızın dudaklarının tadına yıllar sonra bir kez daha bakmak. Anna bunu hissetmiş gibi kendisine daha da yaklaşmış ve zaten tutmakta olduğu yanaklarını bırakmayarak dudaklarını da kendisininkilere bastırmıştı. Henry tuhaf bir mayhoşluk içinde öptü Anna’yı. Yumuşak ancak sürekli devam eden hareketlerle. Gözleri kapalıydı, kızın ağzında onu karşılamasını beklediği kırmızı şarap tadıysa viski olup Henry’yi şaşırtmıştı. Kendisininse en son vodka içiyor olduğunu hatırladı. Rusya ve İskoçya… İrlanda’da da üretilirdi viski, hatta kelimenin kökeninin hayat suyu olduğunu biliyordu. İlginçti buna Anna’nın dudaklarında rastlamak. Kız kendisini öpmeye devam ederken Henry de ellerini kızın vücudunda gezdirmeye başladı. Anna rahatsız olmuş gibi görünmüyorken ellerini kızın kalçalarında bastırıp iyice kendisine çekti. İçeriden her hangi biri çıkıp onları bu halde görürse ne yapacağı veya ne düşüneceği umurunda değildi; daha önce de görmüşlerdi ikisini beraber ve öbür gün kimse bu konuda bir şey söylememişti ikisi birbirine halen aynı şekilde davranırken. Yine öyle olacaktı, bu gece nasıl devam ederse etsin yarına unutulacaktı. İkisinin herhangi bir şekilde beraber yazılmış hiçbir gelecekleri yoktu çünkü, bunu denemeyi bile denemezlerdi onlar. Bunu bilmesi için Anna’yı biliyor olması yeterliydi. Ve şuan adamın dağınık siyah saçlarını kavramış diliyle tüm hünerlerini gösteren Anna da Henry’i biliyordu şüphesiz ki.

Aynı Anna gibi iki elini de karşısındakinin başına götürüp soluksuz bir öpücük başlattı oturduğu yerde dikelerek. Öpüşmeden sonra alınlarının birbirine değip soluklanacakları bir an bırakmaksızın kızın boynuna yöneldi. Aradan geçen onca zamandan sonra kızın değişen vücudunu tekrar keşfetmek, neler yapabildiğini bir bir görmek istiyordu. Öyle bir istekti ki bu bir anda gelen Henry durmadı. Harekete geçmiş elleri genç kızın üzerindeki tişörte uzanırken gece yarısında bahçenin ortasında öylece duran bu çardağın doğru yer olup olmadığını düşünmedi bile. Diğer yandan çıkarabildiği en iyi sesle konuşmaya çalışıyordu “Geçen sefer tişörtünü çıkardığımı hatırlamıyorum.” dedi itiraf edercesine, o gece hakkında konuşabileceği tek gecenin de bu olduğunu biliyordu çünkü. Tişörtten kurtulup yere attığında, sutyenin altında bekleyen iki iri göğüsle karşılaştı. Hiçbir zaman derinlemesine incelemese de Anna’nın göğüslerinin büyük olduğunu daima düşünmüştü, hatta bir keresinde sevgilisinin şanslı olduğu hakkında espriler bile duymuştu. Yani eski sevgilisinin diye düzeltti kendisini Henry. Adam Jeremy’nin kuzeniydi ayrıca, Anna ile çıkarken o da bu eve gelmiş, güneşli bir günde yine bu çardakta hep beraber oturup muhabbet etmişlerdi. Anna’nın sutyenini çıkartmadan önce elini kızın pürüzsüz teninde gezdirdi ve dudaklarından bir öpücük daha çaldı. Adamın adının Marcus olduğunu hatırlıyordu. Marcus Maurell. Otururlarken Anna’nın sürekli masanın altından elini tutup gözleri parıldayarak baktığı sevgilisi. Henry sutyenden kurtuldu. Anna kucağındayken hafifçe ayağa kalkıp kızı oturdukları yere yatırarak üstte çıktı, burası dardı; illa ki işin sonunda yerde olacaklardı ama Henry başlamakta tereddüt etmedi. Dudaklarını kızın göğüslerinden birine götürürken sol eli eteğinin altına uzanıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue100/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (100/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimeSalı Ocak 28, 2014 10:19 am



Bırak aksın gözyaşların gözlerinden ağır ağır. Bundan utanmamalısın. Bu seni güçsüz yapmaz asla. Hâlâ sevdiğini gösterir, hâlâ çabaladığını. Hâlâ güçlü olduğunu, denemeye devam ettiğini. Kalbinin sözleridir gözyaşların. Hükmedemediğin tek sesin... Bırak onlar utansın bundan. Sen utanma. Uğraşma artık güçlü durmak için. Sen zaten güçlüsün. Bunu defalarca ispatladın. Bırak aksın gözyaşların, artık tutma daha fazla. Daha önce anlamamıştı genç kız bu sözlerin ne demek olduğunu. Ağlamanın güçsüzlük olduğunu öğrenerek büyümüştü ve buna inanmayı seçmişti. Oysa şimdi gözyaşlarını daha fazla tutmaz, tutamazken yıllardır gözünden dökülmemiş damlalar ardı arkasına dökülüyordu. Ağlamaması gereken yegâne kişilerden birinin önünde, bir yaprak gibi titriyordu. Bunu durdurmaya bile çalışmıyordu. Dudakları birbirlerinin tadını çıkartırken, gözyaşları kendi kendine son bulmaya başladı. Adamın dudakları dudaklarına her değdiğinde, süzülen yaşları aktı gitti ve yerine yenileri gelmedi. Dudakların vücuduna bir kuvvet yayılırken, adamın başı boynuna doğru kaydı. Soğuk dudaklar vücudunda geziniyordu şimdi. "Geçen sefer tişörtünü çıkarttığımı hatırlamıyorum," dedi adam boğuk bir sesle tişörtünü çıkarıp atmadan bir saniye önce. Sonra sessizce ellerini vücudunda gezdirdi kadının. Bedeni ürperen Anna hafifçe alt dudağını ısırdı. Adam kızın sutyeninden de kurtulduğunda eliyle adamın saçlarını kavradı. Siyah ipeksi saçlar, kadının uzun parmakları arasında süzüldü. Adam ise bunu fark etmeden onu hızla çardağa yatırdı ve üzerine yerleşti. Adamın elleri kızın göğüslerinde, bacaklarında, göbeğindeydi şimdi. Nefesi düzensizleşen genç kız elleriyle adamın başını kendisine çekti sıkıca. "Bunu da hatırlamadığına eminim," dedi boğuk bir ses tonuyla ve parmakları adamın tişörtünü kavradı. Büyük bir hiddetle tişörtü çıkarıp attığında adamın çıplak teni, kendi tenine değdi. Tüyleri ürperen kadın ellerini ağır ağır onun vücudunda gezdirdi ve pantolonunun düğmesine gelince durdu. Açmak için tereddüt etmedi. "Eğer olsaydı, unutmazdın." Adam kollarından destek almış bir şekilde havadayken, onun altına süzüldü Anna bir yılan gibi. Pantolonunun fermuarını dişleriyle kavrayıp açtı. Adamın inlemesini işittiğinde, onun hafif kaslı göbeğinden başlayarak boynuna kadar diliyle üzerinden geçerek, çıldırtırcasına bir uyuşuklukta ilerledi. Bu yavaşlık adamı delirtmişken, bir an kızı kalçasından kavrayarak kendisine yapıştırdı. Anna'nın vücudu bir yay gibi gerilirken siyah saçları koltuğun üzerine yayıldı.

Göz göze geldi genç adamla. Ayın, yıldızların, şöminenin altında gördüğü tek şey adamın gözleri, dudakları, dağılmış siyah saçlarıydı. Görmeye alışık olduğu bir yüz değildi, bu kadar yakınında değil. Bütün büyük hatalar çaresiz olunan anlarda gelirdi. İçin o kadar acırdı ki kararların rüzgârla yer değiştirir, yanlış yollara sapardı. Henry McCourt, bir hataydı. Onun dudaklarını öpmek yanlıştı. Burada yaşanan şeylerin hiçbiri yaşanmamalıydı; ancak Malfoy kızı yanlışları yapmamaya çalışmaktan bıkmıştı. Bu defa yanlış yapacaktı, bile bile. Adamı içinden taşan bir tutku ile öptü. Ona bunca zaman inatla küçümsemeye çalıştığı kızın hünerlerini ilk defa birebir göstermek istiyordu. Parmak uçlarını onun suratında gezdirdi. Tıpkı Marcus'a yaptığı gibi. İçinde büyük bir acı yayıldı aniden. Gözlerini sıkıca kapattığında Marcus ile geçirdiği gecelerden birisindeydi. Ellerine dokunan eller ona aitti. Mavi gözler onun ruhunun içine bakıyor, sanki kıza yardım etmesini istercesine dokunuyordu. Kalbi küt küt atıyordu kızın. Anne tarafından gelen siyah gür saçlarını kavramıştı Marcus sertçe. Anna onun üzerindeydi ve tırnaklarını batırıyordu omuzlarına. Gözlerini yeniden açtı genç kız. Bu düşüncelerin durup durup zihnini ele geçirmesinden bıkmıştı. Elinden hiçbir şey gelmediğinde vazgeçmesini öğrenmeliydin... Bu, vazgeçmenin zamanıydı. İçinde adam için bir nefret büyütürken, gözleri artık onu aramamalıydı. Onu düşlememeliydi en savunmasız anlarında. Adam onu savunmasız kılıyordu ve genç kız, kendisini güçsüz bırakacak hiçbir şeye izin vermezdi. Unutup devam etmeliydi. Daha dik, daha güçlü. "Henry," diye fısıldadı dudaklarını adamın kulağına götürerek. Sesi neredeyse duyulmamıştı ancak adamın duyduğunu biliyordu. Büyük bir hırsla kızın eteğini tutup yere fırlattığında anladı bunu Anna. Pantolon da eteğin yanına düşerken, artık neredeyse çıplaktılar ve gecenin altında baş başaydılar. Parıldıyordu genç adamın teni gecenin mayhoş ışıkları altında. Hiç olmadığı kadar yalındı her şey şimdi. Gece, yanan bir ateş, adam.

Bu malikânede yıllarını harcamıştı genç kız. Bu çardakta defalarca oturmuştu. Defalarca teni başka tenlere değmişti bu yakınlarda. Oysa o gece farklıydı; nedenini bilmiyordu Anna. Tüm sorunları ufalıyordu gözünde. Belki yasak bir şeyi yapıyormuş gibi hissettiği içindi bütün bunlar. Yapmaması gereken şeyin üzerine giderek kendisini tatmin ediyordu belki; ancak bunların çok ötesindeydi onun içine dolan huzur. İlahi bir şeyler vardı bu gece burada ona dokunan. Adamın elleri onu okşarken, tüm yanlışların ardında uzanan doğruyu görebiliyordu genç kız. Dudağı adamın boynuna dokunuyordu. Henry gibi kokuyordu... Bu kokuya aşinaydı. Hiç bu kadar yakınında durmasa bile, adamın kokusunu tanıyabilirdi.  Anna'nın amortentiasına o kadar benziyordu ki, benzerlik kızın ürpermesine yol açtı. Elbette aynı değildi ama bir şeyler ortaktı, neyin ortak olduğunu çözemiyordu. Düşünceler zihninde bitmek bilmeksizin uzanıp gidiyordu yine. Olaydan kopmuş, kendi dünyasına geri dönmüştü ancak her anlamda hazır olan bedeni bunun tam tersini haykırıyordu. Beynini susturdu genç kız. Bedeninin konuşma vaktiydi artık.

Kollarını adamın omuzlarına dayadı, adamın dudakları yavaşça genç kızın tüm vücudunu tarayarak aşağılara indiğinde. Göğüslerinde oyalandı soğuk dudakları bir süre ve Anna hafifçe inledi. Ardından son kalan iç çamaşırı da adamınki ile aynı anda yerdeki kalabalığa karıştı. Adam ona her dokunduğunda biraz daha sarsılan kız, içine yayılan sıcaklığı daha fazla bastıramazken bacaklarını araladı adama izin verdiğini son kez söylercesine. Henry bir süre daha oyalandı. Bu onu çıldırtıyor olsa da, tek kelime etmedi Anna. Bu defa adamın yavaş hareketleri ona eziyetmiş gibi gelirken omuzlarını var gücüyle sıktı adamın. Bacaklarını onun beline doladı kız ve adamı kendisine çekti. İster istemez, suratında küçük bir sırıtışla yeniden kız ile yüz hizasına geldi Henry. Kızın gözüne gelen saçlarını hiç de nazik olmayan bir şekilde iteledi ve onun içine girdi. Hareketleri sabit bir düzendeyken, Anna hiçbir şey demeden sadece adamın gözlerine baktı. Tempoları ise çok çabuk bir şekilde arttı. Bir süre sonra vücutları neredeyse bir olmuşken, kalbi deli gibi çarpan genç kız doyuma ulaşmak üzereydi. Adamın dudaklarından dökülen inlemeler onun heyecanını daha da arttırırken, ellerini adamın saçlarında gezdirdi. Dudakları dudaklarını buldu ve ısırdı adamın dudağını, bilerek. Bu genç adamın hoşuna gitmiş olacaktı ki terler içerisinde kalan adam bir kez daha sertçe girdi kızın içine. Başını adamın başına tokuşturan Anna, bir an sonra kendisini bıraktı. Gözlerini kapatmadı, yalnızca adamın gözlerine baktı bu sırada. İçerisinden bir şeyler akıp giderken, doyuma ulaştığını biliyordu. Marcus'tan sonra bir kere bile orgazm olmamış genç kız; bu defa şiddetli bir gerilme ile sarsıldı. Henry de onun peşi sıra kendisini bırakınca, suratına yayılan gülümsemeyi silmeden onu biraz daha kendisine bastırdı Anna. Bedenleri yavaş yavaş kendilerine gelir, nefesleri hâlâ düzensizken adam yavaşça kenara çekildi. Onun çekilmesiyle Anna Lizzie Malfoy yeniden gökyüzü ile bir başına kaldı. Yıldızlar bile ona gülüyormuş gibiydi ve bu onun kahkaha atmaya başlamasına neden oldu. Onca adamla ilişkiye girmişti koca bir yıl içinde ve bir kere olsun içi ölü gibi hissetmeksizin hareket edememişti. Bir kez olsun, doyum nedir bilmemişti; ancak şimdi en büyük düşmanlarından biriyle sevişmişken en şiddetli doyumlarından birini yaşamıştı. Kollarını arkaya uzatarak gerindi ve adamın kendisini izlediğini fark etti. "Bunu kesinlikle unutmazdım," dedi Anna patavatsız bir biçimde. Adam tek dizini kendisine çekmiş diğerini uzatmıştı ve ona bakıyordu yalnızca. Anna ise hâlâ uzandığı yerde kollarını da uzatmış bir şekilde duruyordu. Bacağı, adamın bacağına değiyordu ve bu hoşuna gitmişti. Hafifçe dikeldi ve adamın yanına oturdu. Bacaklarını onun bacakları adamın bacaklarının üzerinden atarak, kollarını ona dayadı.

İkisi de tek kelime etmediler en başta. Anna fark etmişti, ne zaman adamın saçlarına dokunsa onun gözlerinde oluşan ifadeyi. Bunu sevişirken ona ilk dokunduğunda anlamıştı ve şimdi parmakları yavaşça onun saçlarındaydı. Parmak uçları gıdıklanıyordu kızın. Burada her an evden birisi çıkabilecekken Henry ile çıplak bir biçimde sarılmış olmayı umursamıyordu. Kimsenin çıkmayacağından adı gibi emindi zaten. Gece onlara aitti, sabaha kadar. Gün doğduğunda her şeyin eski hâline döneceğini biliyordu. Güneşle birlikte adam ve kadın birbirlerinden uzaklaşacaklar, bunlar olmamış gibi yapacaklardı. Yeniden çekeceklerdi duvarlarını aralarına. Şimdi ise buna gerek yoktu. İçki damarlarında süzülüyordu ve olan olmuşken, çekinmiyorlardı birbirlerinden. O an, korunmadıkları geldi aklına. Ertesi gün hapının varlığı bilen bir genç kızdı o; bu yüzden sorun etmedi. Yine de tüyleri ürperdi. Henry ve Anna'nın çocuğu... Nasıl olurdu kim bilir? Siyah saçları olurdu, başka bir ihtimal yoktu. Gözleri yeşil olurdu. Boyunun fazla uzun olacağını sanmasa da, güzel ya da yakışıklı olurdu. Kız çocuklarına doymuştu Anna; erkek olmasını isterdi olacaksa. Kaşlarını çattı birden. Çocuk bile istemezken, Henry'nin çocuğunu mu düşlüyordu şimdi? Felaketti bu. Düşünceleri kayıyordu, buna izin veremezdi. Kaçmak için hareket yaptığında Henry onu belinden yakaladı. Anna bunun gitme demek olduğunu biliyordu. Bu yüzden adama istediğini vermeye karar verdi. Gitmedi. Başını hafifçe adamın boynuna dayadı. "En çok yapmak istediğin şeyi söyle bana," dedi genç kız kararlı bir biçimde. Aklına nereden geldiği konusunda hiçbir fikri yoktu ancak belirivermişti bu düşünce zihninde. Kendi kendine düşündü bu sorunun cevabını. Adama sormuş olduğu hâlde kendi cevapladı. "Ben beklentiler olmaksızın yaşamayı dilerdim. Bir sahil kasabasında oturup, yalnızca kahvemi içerek günler geçirmeyi. Kitaplarımı okurdum sessizce. Paylaşabileceğim birini de isterdim sanırım. Emin değilim. Yalnız olmayı seviyorum. Yalnızken... Rahatım. Bir başımayken ne canımı sıkabilir ki? Denize girerdim sabah hava aydınlanmadan önce. Hiç hava aydınlanırken denize girdin mi? Su sıcak ve dümdüz oluyor. Sanki ipekten bir kumaş gibi. Daha sonra güneş yükselirken, tüm karanlık birdenbire ışımaya başlıyor. Kızıllıklar denize ve sana vuruyor. Masal gibi. Bunu isterdim," dedi ve hayal suratında bir gülümseme oluşmasına sebep oldu. Tüm bunları isterdi... Her şeyden çok. "Bunun ödülüm olmasını isterdim oysa. Önce bir şeyleri başarmalıyım. Büyük bir şeyler. Anlıyorsun, değil mi? Öyle büyük bir şey olmalı ki, Malfoy bunu yaptı diyebilmeliler. Tartışmaya yer olmamalı. Büyük bir şeyler Henry, çok büyük bir şeyler. Ne var biliyor musun? Yapacağımı biliyorum. Ne olduğunu bilmesem de, bu gücü içimde hissediyorum. Ancak sonrası korkutuyor beni." Genç kız sözcüklerini bitirdiğinde adama baktı. Sıranın onda olduğunu söyleme gereği duymadı ona. Adamın bunu anladığını biliyordu. Sessizce onun dinleyeceklerini beklemeye koyuldu, esen rüzgâr ile ürperip adama biraz daha sokulurken.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue97/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (97/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimePtsi Şub. 10, 2014 6:03 am


Dudakları kızın göğsünden yukarı çıkıp tekrar kızın dudaklarını buldu ve henüz kızın altındakileri çıkartmamış olan elleri kızın çıplak teni üzerinde fütursuzca gezinmeye başladı. Anna'nın teni ay ışığının altında öylece parıldarken kızın gerçekten güzel olduğunu düşündü ister istemez ardından bu düşünceyi bir kenara atarak kızın öpüşüne sertçe karşılık verdi. Anna'nın soğuk ellerinin kendi tişörtünü kavradığını fark etti sonra ve kız Henry'nin kelimelerini taklit ederek bunu da hatırlamadığından emin olduğunu söyleyerek tişörtünü çıkarttığında kıza yardımcı olarak tişörtü yere attı. Hareketleri uyumluydu, normalde hiç olmadıkları kadar. Her hamle, her dokunuş, her nefes... O dirseğinden destek alıp kendisini yukarıda tutmak için çabalarken altında bir yılan gibi süzülüp pantolonunun fermuarını buldu genç kız, dişleriyle. Henüz arada pantolon olmasına rağmen bu hareket Henry'nin gerilmesine neden oldu, peşin sıra Anna dudaklarını kendi hafif kaslı tenine deydirekek geri dönürken küçük bir inleme çıktı dudaklarından. Bu kızı eğlendirmiş olacak ki daha da yavaş bir şekilde devam ettirdi hamlelerini ve Henry hiç de rahat olmayan bu dönemeyeceği kadar dar yerde gözlerini kapatarak küçük kızın muhteşem yeteneği karşısında daha fazla ses çıkartmamaya çalıştı zor da olsa çünkü her ne olursa olsun şuan birlikte olduğu kişinin Anna Lizzie Malfoy olduğunun farkındaydı ve ona bu şekilde küçük eğlenceler vermeye pek niyeti yoktu. Oysa tüm kanı vücudunun belli bir bölgesinde toplanmaya çoktan başlamış ve Henry sakin kalmakta zorlanır olmuştu. Yalnızca iki saniye sonra artık yüz hizasına gelmiş olan kızı her iki kalçasından yakalayıp kendisine bastırdı ve göz göze geldiler. Kızın buz mavisi gözlerinde şaşkınlığı görebiliyordu aynı o gözlerin içinde kendi suratını da görebildiği gibi. Saçları dağınıktı, her zamanki gibi ve kendi gözleri de en az Anna'nınki kadar parıldıyordu Anna'nın gözlerinin içinde. Kız tamamen altında, tamamen savunmasız... Hatırlardım diye düşündü, böyle bir sahneyi asla unutmazdım.

Henry'nin Anna'ya bakarken gördüğü başka biri yoktu veya şuan ona dokunurken düşündüğü başka bir şey. Tamamen anın içindeydi ve tamamen orada kalacaktı; bu sık sık yaşanmayan anda düşünmek istediği başka bir şey yoktu ve yarın olduğunda her şeyi tüm ayrıntılarıyla hatırlamak istiyordu. En azından bu defa... Genç kız dudaklarına yapıştığında beklediğinden çok daha iyi bir öpücük buldu Henry. Öyle ki Anna dudaklarıyla tutsak etmişti adeta genç adamı ve dilleri birbirine uzanırken kız tırnaklarını çıplak sırtına batırdı adamın. Henry kızın siyah saçlarını kavradı öylece en başından beri istediğini yaparak. Parmakları kızın saçları arasında dolanırken genç kızın sesini işitti kulağına kendi ismini mırıldanan. Neredeyse duyulmayacak kadar kısıktı bu ancak kızın ağzından ikinci kez kendi ismini duyduğunda aynı kızın sesinin titreyişi gibi içine tuhaf bir his yayıldı ve sıcaklık onu sarmalarken bu kez aşağı doğru kayıp sabırsızca kızın eteği ve çamaşırlarından kurtuldu, aynı kızında kendisininkilerden kurtulduğu gibi. Tüm çıplaklığıyla önünde öylece duran kızın vücudunu inceledi bir an ve göbeğinden başlayarak ıslak öpücükler bırakmaya, tutkuyla dilini gezdirmeye başladı, bir süre sonraysa bulunduğu yer kızın daha önce asla ama asla nasıl olduğunu bilmediği bir yeriydi. Dilini gezdirdi üzerinde yavaşça ve kızın belli belirsiz inlemelerini duyarken zevkle devam etti darbelerini kuvvetlendirerek. Ardından oyalandığı yerden uzaklaşıp tekrar kızın göğüslerine doğru yöneldi. Her ne kadar daha önce onların da tadına bakmış olsa da adeta doyamıyor; her hamlesini belirgin bir iştahla sürdürmeye devam ediyordu. Birlikte olduğu onca kızın şu sahnede çoktan ikinci veya üçüncü kez kendisini salmış olması gerekirdi ancak Anna farklıydı ve bu fark Henry'nin hoşuna gitmişti. Anna'nın vücudunun artık iyiden iyiye gerildiğini görebiliyordu ve kendisi için de durum farksız değildi aslında. Genç kızın ellerini sabırsızca kendi omuzuna bastırdığını fark etti ve ardından aynı şekilde bacaklarını da beline sardı adeta lütfen dercesine. Henry bunu duymak isterdi oysa, Anna'ya gerçekten lütfen dedirtmek; kendisi için yalvartmak. Ancak kızın yüz ifadesinden bile bu alelade okunurken bunun için oyalanmak istemedi Henry. Kız ile tekrar yüz yüze geldiklerinde yüzünde tuhaf küçük bir gülüş vardı bu yüzden, ona gizemli sinir bozucu bir hava katan. Ardından biraz doğruldu, kızın suratının üzerine gelen siyah saçlarını kibar olmayı denemeden bir kenara itti ve sırası için bekleyen sertliğini kızın tüysüz yumuşak boşluğuna yerleştirdi ve yavaşça temposunu arttırarak gidip gelmeye başladı. Aslında tek hamlede sertçe yapabilirdi bu ilk girişi ancak her ne olursa olsun Anna'yı tanıyordu; ne genç kıza ucuz bir sokak fahişeymiş gibi davranmak istiyordu ne de onu öyle hatırlamasını. Zaten kızın gözünde yeterince dipteydi, en azından hiç kimseye sözünü bile açmayacağı bu konuda kız için iyi olmak istiyordu. Kızın sıcaklığını vücudunda hissederken inlemekten kendisini alıkoyamadı, ancak hiçbir inleyişinin içinde kızın adı yoktu, aynı kızın bağırışlarında da kendisinin olmadığı gibi. Biraz eğildiğinde saçlarından yakaladı Anna onu ve sertliği tamamıyla kızın içindeyken başını kendisine çekerek saçlarını okşayarak öpmeye başladı. Kızın elleri kendi saçlarında her gezinişinde küçük bir çocuk gibi mutlu oluyordu ve bu sahnede; kendisi kızın içinde, dudakları kızın dudaklarının üzerinde ve saçları kızın elleri arasındayken mutlu olmaması için hiçbir neden yoktu zaten. Derken şehvetle ısırdı Anna adamın dudağını ve Henry deminkilerden çok daha sert bir şekilde hareket edip bastırdı kendisini kızın içinde. Kız kendisine şehvet dolu bir iniltiyle karşılık verirken Anna'nın yerinde olmak istediğini hissetti, arka tarafı bunun için adeta yalvarıyordu ancak bunun bu gece ulaşabileceği bir şey olmadığını da biliyordu. Solukları birbirine karışmış ve ter içinde kalmıştı; kendisini salıvermesi için çok az zaman kaldığını hissedebiliyordu. Her hücresinde... Ve Anna bunu kendisinden önce yaptıktan sonra, bir süre devam edip o da bıraktı kendisini. Kızın gözleri açıktı, tüm sevişme boyunca o masmavi gözleri daima kendininkilerin üzerindeydi ve şimdi parıldayan bakışları yıldızlara dönerken her şey sona ermişti.

Kızın üzerinden kendisini kurtarıp yavaşça çardakta geriye çekilerek bir ayağını ileri atıp diğerini kendisine çekerek oturdu. Bakışları halen genç kızın üzerindeyken nefes alış verişini düzenlemeye çalışıyordu, neredeyse başarılıydı ancak vücudunun kendisine gelmesi nefesinden daha zor olacaktı. Erkekliği halen sönmüş sayılmazdı zira. Uzattığı bacağı kızın bacaklarından birine sürtüyordu, kulaklarıysa kızın gülüşüyle çınladı bir süre sonra. "Bunu kesinlikle unutmazdım," dedi küçük kız ve Henry gülümsedi belli belirsiz çünkü bu Anna'dan geçer not almış olduğunu gösteriyordu yanı sıra Anna da ondan Beklenenin Üzerinde almıştı hiç şüphesiz. Hele ki beraber oldukları yerin hareket etmelerini bile engellediği düşünülünce... Anna sonunda uzandığı yerden kalkarak bacaklarını Henry'nin bacaklarının üzerine atıp yanına oturdu ve kollarını Henry'e sardı tekrar. Hala sıcaktı. Sıcaktılar. Kızın içine boşaldığı geldi aklına Henry'nin ancak umursamadı, bir icabına bakardı Anna, geri kalanı Henry'nin pek umurunda değildi. Sonuç olarak durup onun çocuğunu doğuracak değildi; genç kızın doğurmak istediği tek çocuğun Marcus denen adamdan olacağını biliyordu Henry. Ama Marcus gitmişti ki bu da Henry'yi ilgilendirmiyordu. Genç kızın ellerinin tekrar kendi saçlarında olduğunu hissetti ve gözlerini kapattı; eğer kızla daha samimi olsalardı belki kucağına bile uzanırdı. Demin aralarında geçenlerden sonra hala arada bir mesafe varmış gibi hissetmesi komiğine gitti ve gülümsedi elinde olmaksızın. Ardından gözlerini açtı ve fark ettirmeden kıza baktı öylece, saçlarındaki el durdu ve kız ayağa kalkar gibi oldu. Adeta bir refleks gibi belinden yakaladı genç kızı ve gitmemesi için kendisine geri çekti. Gitmesini istemiyordu. Eğer bir kere yaklaşmışlarsa gün aydınlanmadan bunu bitirmek istemiyordu; varsındı bir geceleri olsundu, sıcak bir yaz gecesinde geçen, tüm yıldızlarla ışıldayan.

Anna Henry'e yaslandı tekrar ve kısa bir sessizlikten sonra bir muhabbet açarcasına en çok yapmak istediği şeyin ne olduğunu sordu, ardından cevabı beklemeksizin ilk olarak kendisi cevapladı. Bir evden bahsediyordu Anna, bundan yıllar sonra gidip yaşamak istediği. Deniz kıyısındaydı bu hayal, kitaplarla dolu huzurlu bir evdi bahsettiği, rahatça kahvesini içtiği; Henry'ye bile fena gelmiyordu dinlerken ancak önemli bir şey başarmadan gitmek istemiyordu oraya genç kız. Bir nevi ödüldü hayalini kurduğu belli ki, ancak en büyük hayali bu ödül değil ödülü başaracak büyük bir şey yapmaktı. Anna'yı tanıyordu Henry kelimeler ona yabancı değildi o nedenle. Kızı tanıyordu ve istediği bir şeyi başarmadan bırakmayacağını da ister istemez biliyordu; başarırdı da, itiraf etmeliydi ki güçlü bir kızdı o ancak yine de düşüncelerini kendisine saklamayı yeğledi. Durduk yere Anna'yı yüreklendiresi yoktu. "Ancak sonrası korkutuyor beni." diye ekledi kız cümlelerinin en sonunda, Henry nedenini anlamadı. Gerçekten büyük şeyler başardıktan sonra, gerçekten ödülüne ulaştıktan sonra onu korkutan ne olacaktı ki? Yeni bir hedef bulurdu ve sürdürürdü hayatını, belki de demek istediği bu değildi. Alkol düşünmesini zorlaştırıyordu. Şu ev geldi aklına tekrar kızın bahsettiği; Yalnızken rahat olduğunu söylemişti kız anlatırken. Oysa Henry bu düşünceye o kadar katılmıyordu. Kız sadece hayatı boyunca sorumluluk sahibi olmuştu: kalabalık bir ailenin en büyüğü, sürekli koşuşturulan bir evde güvenilen tek kişi... Oysa genç kız hayatı boyunca bir kere bile gerçekten yalnız olmamıştı. Belki evde herkes uyurken oturup kitap okumaktan hoşlanıyor olabilirdi ancak gerçekten evde tablolardan ve evcininden başka konuşacağı hiç kimse olmadığında ve duvarlar üstüne gelmeye başladığında da bunu sevecek miydi? Şuan kız kalabalığa sahipti ve yalnızlığı istiyordu ancak gerçekten yalnızlığa sahip olduğunda yine onda olmayanı isteyecekti; insan doğası böyleydi; ayrıca Henry... Henry bunu biliyordu aynı konuşma sırasının artık kendisinde olduğunu bildiği gibi. Ancak gerçekten doğruları mı söylemeliydi emin olamadı. Eğer doğruları söylerse genç kız ona inanacak mıydı, bundan da emin değildi ancak konuşmaya başladı bir şekilde hangi kelimeleri kullanması gerektiğini seçemese de. "Ben... Ben sanırım bakan olmak isterdim." Kız güldü, Henry omuz silkti. "İngiltere Sihir Bakanı. Şuandaki bakandan çok daha iyi olacağım kesin."
"Senin yönettiğin bir yerde yaşamak istemezdim." dedi Anna şakaya vurarak. "Ayrıca Lady'nin izini bile taşımıyorsun sen."*
"Sırtımı bir Lady'e yaslayacak değilim, başaracaksam da kendim başarmak isterim." dedi katı bir şekilde ve cevap beklemeden sürdürdü bu kez "Evlenmeyi de düşünüyorum ancak henüz çok erken, kalabalık bir ev istiyorum; birçok çocuk." Jeremy'nin aksine evliliğe, aile hayatına önem veren biriydi Henry; günün birinde elbette ki evlenmeyi düşünüyordu ancak bunu böyle dışından söylemek tuhaf gelmişti, ardından daha önce de pek çok kez düşünmüş olduğu başka bir tuhaflık geldi tekrar aklına sadece birkaç ay önce küçük kuzenlerinden biri olan Oliver'ın ölümüyle meydana gelen. "Ayrıca artık ailedeki tek erkek torun benim, anlamını biliyorsundur." dedi düşüncesini kısaca aktararak.**
"Gelecek kuşaktaki tüm McCourtlar pislik geni tanıyacak." dedi Henry'i güldüren açıklamayı yaparak, lafı kendisine atmıştı ancak Anna'nın McCourt soyuna karşı da genel yargısı olduğunu da önceden biliyordu. Bu tarz mevzuları umarsamazdı Henry, yine umursamadı. Ardından kız ekledi. "Tabi önce seninle evlenecek birini bulman lazım."
Anna'ya döndü Henry. Öpüşecek kadar yakındılar ancak Henry burnunu genç kızın burnuna sürtmekle yetindi. "Bana karşı hep bu kadar kaba olmak zorunda mısın?"




*Daha önce yazdığımız bir RP'de Anna'da ölümyiyen dövmesi vardı ancak asa değdirildiğinde görülüyordu.
**Oliver mevzusu üzerinde uzun durmak isterdim ama sığdıramadım. Oliver Anna'dan bir yaş küçüktü sadece ve Gryffindor mezunuydu. Depresif bir çocuktu en başından beri ve ölüm nedeni intihar oldu. Anna bunu biliyordur.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue100/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (100/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimeC.tesi Şub. 15, 2014 9:49 am



"Ben... Ben sanırım bakan olmak isterdim," dediğinde genç adam buna şaşırmadı kız. Gülümsedi hafifçe onaylayarak. Adam ise omuz silkti. "İngiltere Sihir Bakanı. Şuandaki bakandan çok daha iyi olacağım kesin." Şimdiki adam bir kukladan başka bir şey değildi, birkaç yıla adının bile hatırlanacağından emin değildi Anna. Kuşkusuz ki Henry fark yaratırdı, kendisini belli eder, unutulmazlara oynardı. Bundan kuşku duymuyordu genç kız; oysa bunu söyleyecek kadar kontrolden çıkmış değildi, damarlarında alkol dans ederken bile. "Senin yönettiğin bir yerde yaşamak istemezdim," diye mırıldandı kadın yalnızca adamın duyabileceği bir ses tonuyla. Evdekilerin onu duymayacağını biliyordu, yine de fısıldama güdüsünü bastıramıyordu. Sanki kelimeler biraz daha güçlü çıktığında anın büyüsü bozulacak, her şey normale dönecekmiş gibiydi. Normale dönmesini istemiyordu kız. Farklı bir şeyler bulmuştu şu anın büyüsünde, kaybetmeyecekti. Bu gece değil. "Ayrıca Lady'nin izini bile taşımıyorsun sen." Normalde böyle bir şey söylemeyecek olsa da yanlış sayılmazdı. Bakanlık, hele ki İngiltere'ninki onlar için önemliydi. Sıradan birinin yönetmesine izin veremezlerdi. Bakan daima kukla olmak zorundaydı. O an Henry'nin belki de hedefine asla erişemeyeceğini düşündü. Bunun için çabaladığını da söyleyemezdi adamın, yine de bu o anki duygusal Anna'nın suratındaki gülümsemenin buruklaşmasına neden oldu. Neler oluyordu ona böyle? "Sırtımı bir Lady'e yaslayacak değilim, başaracaksam da kendim başarmak isterim." İşte bu tanıdığım McCourt dedi içinden genç kız. O sessizliğini korurken ise adam onu şaşırttı. "Evlenmeyi de düşünüyorum ancak henüz çok erken, kalabalık bir ev istiyorum; birçok çocuk." Tek kaşını istemsizce kaldırdı ve adamın keskin hatlı suratını inceledi. Çocukları güzel olacaktı. Güzel ama gıcık. Anna çocuk istiyor muydu? Geleceğe dair hiçbir hayalinde bir çocuk yoktu, çocuklarla bir ömrü paylaşmış genç yaşında bir anneden çok daha fazlasını yapmıştı. Bir daha yapabilir miydi bilmiyordu. Henry'nin böyle bir şey isteyebiliyor oluşu, takdir edilesiydi. Anna'nın gözünde adamın kendisine bile hayrı yoktu. Bir çocuğa nasıl olabilirdi ki? "Ayrıca artık ailedeki tek erkek torun benim, anlamını biliyorsundur." Oliver'dan bahsettiğini biliyordu genç kız ve bunun için üzülürmüş gibi bile yapmadı. McCourtlar onun için bir anlam ifade etmiyordu. Umursamadığı kişiler için üzülecek birisi değildi Anna Lizzie Malfoy.

Öte yandan, adam babalık sıfatıyla eşleştirilemese de gözünde onu çocuklarıyla oyun oynarken hayal etmesi de zor değildi. Henry ironik bir adamdı. Karın içinde yanan cılız bir ateş gibiydi. Uzaktan görünen yalnızca çevresindeki karlarken, yaklaştıkça görürdünüz alevleri. Oysa o sizin yaklaşmanıza izin vermezdi. Kendine göre duvarlar çekmişti insanlarla arasına. Çok az kişiydi onları yıkmayı başarabilen. Anna o duvarları asla aşmamıştı. Asla adamın alevlerine gereğinden fazla yakınlaşmamıştı, şu an onun kollarında çırılçıplak otursa dahi. Yine de buna tanık olmuş, adamın her halini görmüştü. Sinirlendiğinde, mutlu olduğunda, üzüldüğünde, çileden çıktığında bile anlayabiliyordu. Bir dost olmak için adamdan fazlasıyla nefret ediyordu. Bir düşman olmak içinse çok fazla şey biliyordu. O daima düşmanlarını dostlarından daha iyi tanımaya çalışmıştı; fakat Henry'nin gözlerine baktığında gördükleri bir düşmanın gözlerine bakarken gördükleriyle bir değildi. Bunu ona sorarsanız, asla kabullenmeyecekti yine de. "Gelecek kuşaktaki tüm McCourtlar pislik geni taşıyacak," dedi alayla Anna. Biraz daha düşünmeye devam ederse adamın hayatındaki yerini bile sorgulayacaktı, Merlin yardımcısı olsun bunu yapmak istemiyordu. Sınırları çiğniyordu, sadece bir gün için. Böyle düşüncelere dalmanın ona bir faydası yoktu. "Tabi önce seninle evlenecek birini bulman lazım." Adam bir günah kadar çekici, bir lanet kadar karanlık, bir ateş viskisi kadar bağımlılık yapıcıydı. Öte yandan adam bir aptal kadar sinir bozucu, bir keçi kadar inatçı, kötü bir sesle söylenen bir şarkı kadar rahatsız ediciydi. Siyahlardan ve beyazlardan oluşuyordu. "Bana karşı hep bu kadar kaba olmak zorunda mısın?" Burnu burnuna sürtündüğünde gülümsedi kız. Dudakları genişlerken başını hafifçe yukarı kaldırarak adamın elmacık kemiklerine sürttü dudaklarını. Cevap vermekten kaçınarak diliyle dudaklarına kadar yavaş yavaş ilerledi. Dili adamın dudaklarının üzerinde süzüldü önce. Dudakları kapandı adamın dudaklarının üzerine. Adam ona karşılık vererek kızın soğuk dudaklarını hapsettiğinde Anna ürperdi ve ağzını açarak karşılık verdi. Göğüs uçlarının kabardığını hisseden genç kız bir ayağını adamın diğer tarafına atarak, onunla yüz yüze gelecek şekilde kucağına oturdu. Göğüslerini göğsüne bastırdığında adamın erkekliğinin yeniden hayat bulduğunu fark etse de, Henry onun öpücüğünü böldü dudaklarını kızın kulağına doğru götürerek. "Bu hayır demek mi?" Anna'nın elleri adamın göğüslerinden aşağı doğru kayarken kulak memesini dudakları arasına aldığında adam, inledi genç kız. Adamın elleri adeta her yerdeydi. Kızın göğüslerinde, kalçalarında, göbeğinde, saçlarında... Mümkünü varmış gibi ona biraz daha yaklaştı Anna. Adamı öpmekten vazgeçerek boynunu sıkıca kavradı. Alınları birbirlerine değiyordu şimdi.

"Hayır." Kız neye hayır dediğini kendisi bile bilmezken adam da aynı şaşkınlığı yaşamış, ancak bir biçimde bundan hoşlanmıştı ki sırıttı. Kızın başı arkaya doğru eğildiğinde saçları rüzgarla uçuştu. Henry'nin bir eli Anna'nın belinde, diğer eli kızın sol göğsündeydi şimdi. Rüzgar bedenini yalayıp geçerken mırıldandı Anna. "Hep böyle eğlenceli değilsin," dedi ve eliyle adamın erkekliğini kavradı. Cevap verecek gibi görünen adam yalnızca inleyebildi. Onun suratını görmese de gözleri kapalı olan genç kız başını yeniden dikleştirdi. Rüzgar sanki onlara uyum sağlıyormuş gibi kuvvetlendi. Gözlerini açmadı Anna. Adamın kendisine bakıp bakmadığını, gözlerinin açık olup olmadığını bile bilmiyordu. Gece kadını mutlu ediyordu, gecede kendisini buluyordu. Gözkapaklarının önünde ateşten kaynaklanan kızıl alevler dans ediyordu ve gerisi karanlıktı. Tekrar öptü adamı, bu defa çok daha vahşi bir biçimde. Dudakları açılabildiği kadar açılırken dilini adamın ağzının içine sokup önce onun diliyle oyalandı. Dilleri birbirine sarıldı, birbirlerini iteledi, birbirlerine tutundu. Nefes almaya vakti bile olmadı kızın. Öpüşürken bir insanın gözünü açmasını hakaret olarak sayardı ama adama bakmak istedi. Gözlerini açtığında adamın kaşlarının çatılmış olduğunu fark etti. Oysa Anna bunun kızgın olduğu için değil, tutkuyla hareket ettiği için olduğunu biliyordu. Yeniden kapattı gözlerini ve diliyle onun dudaklarını ezberlemeye çalıştı. Üzerinden geçti her bir zerresinin. Yeniden onun ağzına doğru ilerlediyse de Henry buna izin vermedi. Bu defa dilini birisi diğerinin ağzına sokacaksa, bu kişi Henry'di. Yaptı da. Kız buna homurdanmayla karışık bir inleme bahşettiğinde eli adamın erkekliği üzerinde hareket etmeye devam etti. Artık kelimelerin bir önemi yokmuş gibi Henry kızı kalçasından tutarak ayağa kalktı. Koltuklar dardı, lanet olası bir çardaktı bu. Sertçe kızı yere yatırdığında soğuk zeminin etkisiyle yay gibi gerildi Anna. Derken adamın sıcak ellerini hissetti. Bir bacağıyla onun sırtından kalçasına kadar bir iz çizdi. Öte yandan eliyle omuzlarını kavradı. Adamın dili hâlâ kendi içerisindeydi. Başını kaldırıp öpüşmeyi sonlandırdı genç kız ve birkaç saniye yalnızca nefes aldıktan sonra fısıldadı. "Merlin biliyor ki," tekrardan nefes aldı. "Eğer hep böyle olsaydın.." Adamın boynunu onu boğacakmış gibi kavradı ve belinden güç alarak doğrulup, adamı yatar pozisyona getirdi. Boynunu sıkıca tuttuğu eli yerini kızın dudaklarına bıraktı. Onun boynunun tadına bakan kız, aldığı nefesler eşliğinde cümlesini bitirebildi. "Sana karşı asla kaba olmazdım." Bu bir yalandı ve McCourt da bunu biliyordu. Bu defa itiraz etmek yerine homurdanmakla yetindi. Zira kız onun cevap vermesini engellemek amaçlı çoktan elliyle adamın ağzını kapatmıştı. Parmakları onun dudaklarına basınç uygularken, kendisi onun göğsüne doğru kaydı. Henry kaslıydı. Ian'ın aksine ortalıkta göstermiyordu bu kasları ancak kaslıydı. Gömleklerin altına saklayarak heba ediyordu. Onu hep çıplak görürse, belki ona daha az gıcık olabilirdi Malfoy kızı. Kaslara bir saygısı vardı!

Elini adamın dudaklarından çektiğinde içindeki vahşi taraf çoktan uyanmıştı ancak duraksadı. Adamın eli kızın kolunun altında, belinin sağ tarafındaki dövmenin* üzerindeydi. Daha önce görmediğini biliyordu Anna adamın bunu. Bakışlarının değiştiğini, neredeyse adamın üzüldüğünü bile gördü Anna. Ona hiçbir zaman açıklama yapmak zorunda hissetmemişti kendisini. Kimseye açıklama yapmazdı o. Oysa demin bir vahşi hayvan edasıyla adamla yeniden sevişmeye hazırlanan kız duraksadı. Adamın gecenin karanlığında yeşil ve mavinin karması gibi bir renge bürünmüş gözlerine baktı. Henry'nin elleri hâlâ dövmenin üzerindeydi ve onun parmaklarının kendisini okşadığını hissetti Anna. Ürperdi. Annesinden geriye kalan dolu bir banka hesabı, bir malikane ya da diğer aptal şeyler değildi yalnızca. Anılarıydı en büyük hatırası. Annesinin babasını aşkla sevmesine tanık olmuştu Anna. Babası bunu topluluk içinde asla belli etmemiş olsa da, babasının bakışlarından anlayabiliyordu küçük kız. Diğer kardeşleri bu bakışları algılayacak yaşa belki hiç gelmemişlerdi; oysa Anna tanık olmuştu işte. Aşk ile ilgili masalları dinleyerek büyümemişti. Onun duyduğu masallar kanlı ve ölümle biten masallardı. Sekiz yaşındaydı küçük kız ve siyah saçları arkasından sıkıca toplanmış, masmavi gözleri kocaman açılmış bir şekilde annesine aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu sormuştu. Serenity anlatmayı bitirdiğinde Anna kaşlarını çatmış, homurdanmıştı. Başını gururla kaldırmış ve ben aşık olmayacağım demişti annesine. Dövmesi, pek çok insanın düşündüğünün aksine Marcus'a adanmış değil, annesine adanmıştı. Küçük Anna bunu söylediğinde, annesi bu sözlerle karşılık vermişti kıza. Marcus'un sırra kadem basmasından sonra, anlamıştı kadının ne demek istediğini. Ve böylece vücuduna kazınmasından çekinmemişti. İnsanların ne düşündüklerini umursamıyordu. Umursamayacaktı da. "Bana acıyormuş gibi bakma McCourt, sana yakışmıyor bu bakış," dedi omuz silkerek. Anın büyüsünün içine ediyor olduğunu bile bile, devam etti konuşmaya. "Serenity'nin sözleriydi," demekle yetindi. Anne demedi. Ondan bahsederken asla anne demezdi; çünkü bu özeldi onun için. Buzdan bir kalple yaratılmış bir genç kız için çok fazla duygu barındırıyordu aslında Anna. Sadece onları saklamayı öğrenmişti geçen yıllarda. Kim bilir, belki de asla yansıtmayı becerememişti.

Henry nedenini sormadı. Elbette Serenity'nin annesi olduğunu da biliyordu. Kızın altında ona öylece bakarken elini kaydırıp sırtında büyük bir biçimde yazılı olan dövmeye sürükledi.  Gözleri soru sorar gibiydi. Elini ezbere götürmüştü adam ya da şanslı bir tahmin yapmıştı. Emin değildi Anna. "Hepimiz sahte güzelliklere güleceğiz**," diye mırıldandı genç kadın dövmeyi sesli dile getirerek. "Shakespeare." Adam gözlerini devirince Anna kendisini gülerken buldu. Shakespeare bir muggle olabilirdi ancak eğer Anna'nın saygı duyduğu bir muggle varsa, bu kesinlikle oydu. Bedeni hâlâ uyarılmış hâldeyken Henry'nin parmakları vücudunu sakince dolaşarak boynunun en üst noktasına kaydı. Kızın saçlarını geriye attığında Anna onun bunu muhtemelen demin fark ettiğini düşündü. Adamın parmakları onu okşarken cevap verdi titreyen bir sesle. "Çince. Güç demek." İronik bir şekilde güçsüz çıkan sesine aldırış etmedi kimse. İlk dövmesiydi kızın. Yalnızca iki sene önce yaptırdığı. Adam tepki vermeden elini genç kızın sırtının diğer tarafında bulunan dövmeye, nazik dokunuşlarla taşıdı. "Ve dans ederken görülenler deli sanıldı müziği duyamayanlar tarafından.*** Nietzsche'den." Henry başını salladı. Onun edebiyatla ilgilenip ilgilenmediği konusunda hiçbir fikri yoktu genç kızın. Açıklama yapmak için dudaklarını araladı ama sonra vazgeçti. "Yeter bu kadar muhabbet." Gülerek adamın vücuduna öpücükler kondurarak erkekliğine ilerledi. Dudakları onun sertliğine eriştiğinde, Henry'nin boğazından yükselen tiz ses adamın ilk defa kızla aynı fikirde olduğunun kanıtıydı adeta.


*Bahsi geçen dövme: There once was a little girl who never knew love until a boy broke her HEART.
** We will all laught at gilged butterflies.
*** And those who were seen dancing were thought to be insane by those who could not hear the music.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
wildest moments. Left_bar_bleue97/100wildest moments. Empty_bar_bleue  (97/100)

wildest moments. Empty
MesajKonu: Geri: wildest moments.   wildest moments. Icon_minitimePaz Ekim 05, 2014 12:25 pm

Aslına bakılırsa küçük kız kurduğu ilk cümlede bütünüyle haklı sayılmazdı ancak Henry de onu düzeltmeyerek onun doğru düşündüğünü sanmasına yol açmıştı belki de, ancak sanmıyordu, sansa bile umursamıyordu, hem umursayacak olsa bile şuan her ikisinin de zihni alkol ile bulanıklaşmışken bu ayrıntıyı ne kadar önemli olduğunu bile sorgulamaksızın bir kenara atıyordu ancak yine de belirtilmeliydi ki Henry, McCourt soyunun elbette ki tek devamı değildi: Belki evet, en yakınındaki akrabalarında bir erkek kuzeni kalmamıştı, ancak Oliver'ın babası halen yaşıyordu ve büyükbabasının bile Henry'e söylerken keyif almadığı şekilde ailenin devamı amcası Marshall Eugene tarafından da olabilirdi; öte yandan dedesinin kardeşleri ve hatta kuzenleri bile varken tek bağı Henry üzerine kurmak oldukça yanlış olurdu, ama pek tabi, büyükbabasının ve halalarının bu konuda üzerine gelişi Henry'de bile öyle bir izlenim bırakmıştı ki demin küçük kız ile olan konuşmasındaki yanlışlığı aslında ilk kendi ağzından çıkan cümle ile başlatmıştı. Oysa şimdi, kızın ona attığı son laftan sonra umursamaz bir yanıt verip bir kez daha kızın teni ile buluştuğunda ve genç kız dudaklarını kendi yüzünde dolaştırmaya başladığında, Henry bunları düşünüyor değildi. Kız gülümsemişti Henry burnunu onun burnuna sürttükten sonra, Henry bunu düşünüyordu. Belki büyük bir olay değildi görünürde ancak Henry, Anna'yı pek sık güldürebildiğini söyleyemezdi. Kızın teni üzerindeki varlığından zevk duyuyordu, donuşlarını seviyor ve vücudunun bunlarla bir gerilmesine engel olamıyordu; Kızın ağlamasındansa nefret etmişti ve bunun nedeni hakkında sayabileceği onlarca madde varken bile şuan kızı gülümsetebilmiş olmak onda çoğu kişinin anlamlandıramayacağı tuhaf bir his uyandırmıştı. Yanlış gelmişti bu ona. Gereğinden fazla yakın olduğunu hissetmişti bir anda ve o aynı anda genç kıza bu geceyi devam ettireceği bir partnerden öte bakmaması gerektiğini mırıldanmıştı kendi kendisine. Ancak ona karşı hep bu kadar kaba olmak zorunda mı olduğunu soruşu halen cevaplanmamış bir şekilde havada dururken bu ne kadar ironik bir mırıldanıştı! Anna'nın en sonunda kendi dudakları üzerinde duraklayan dudaklarını yakaladı öylece ve tutsak bıraktı kendisine, kız üşümüştü, birkaç dakikalık sakin oturuşlarında gecenin sakin soğukluğu adeta kızın tenine yapışmıştı: Onu öpen dudakları, bacaklarına değen bacakları ve en sonunda Henry'nin üzerinde yeni bir yer buluşuyla Henry'nin kavradığı çıplak sırtı... Sanki oynadıkları oyunun bir diğer parçasını tamamlar gibi elleriyle kızın sırtını okşarken buldu kendisini, bir derece daha sıcaktı elleri ve şimdi birbirine değen bedenleri. Genç kız en güzel şekilde öperken onu öylece ayırıp dudaklarını, halen havada duran sorusundan sonra kendisine çok daha yakınlaşan Malfoy kızından bir cevap alabilmek için, genç kızın kulağına götürdü ve mırıldandı tüm bu davranışların sorusuna karşılık bir "Hayır." anlamına mı geldiğini, oysa genç kız cevap vermeden kızın demin mırldandığı kulağının kavradı Henry diliyle, dişleriyle... Ve sırtında yeterince oyalanan ellerini kızın vücuduna götürdü sonra. Kızın inleyişiyle gülümsedi ve genç kız huzursuzca kıpırdanıp kendisine biraz daha yaklaşırken dudaklarını tekrar kızın dudaklarına götürdü, ancak boynundan kavradı Anna onu ve ikisi de bir şekilde alınları birbirine değecek şekilde kaldılar. "Hayır." dedi Anna ve gülümsedi Henry bu "Hayır"ın bir önceki "Hayır" ile bir olup bir "Evet" ettiğini bilip yine de çoktan aklında bulanıklaşmaya başlamış asıl sorunun üzerine oturtamazken, ancak Anna'da da vardı aynı şaşkınlık ve bunu görüşüydü Henry'yi kısaca gülümsetip bakışlarına uyuşuk karanlık bir parıltı ekleyen. Oysa bir elinin parmakları kızın sertleşip kabarmış sol göğsünde usulca gezinip diğer eli kızın sırtından beline kayarak onu kendisine çekip sıkıca tutarken bu bakış ve gülüş ona yalnızca yakışmıştı. Kız her zaman bu kadar eğlenceli olmadığını söyledi Henry'ye bir açıklama yapmak isteyerek, her zaman bu kadar eğlenceli değildi, her zaman bu kadar yakın değildi: Hem beden olarak, hem ruh olarak. Ve olmayacaktı da: Ne beden olarak, ne ruh olarak. Ama gece onlarındı, aynı daha önce söylendiği gibi, yıldızlar millerce üstlerinde parıldayarak onları izliyor ve belki de yıldızları asla birleşmeyen bu iki insanın bu şekilde birleşmesine gülümsüyorlardı. En başından beri olduğu gibi oyun devam etti, küçük kız tuttu adamı ve genç adam inledi bu kez sesinin küçük kıza vereceği zevki önemsemeyerek ve dudakları bir kez daha birbirini buldu ve aralarında en ufak bir duygu bağı olmayan iki beden gözlerini kapattı ve o andan sonra adeta yalnızca hisleriyle hareket eden iki saldırgan yaratık gibi yaklaştılar birbirlerine. Tuhaftı bundan önce Anna'nın içtiği bardaktan su bile içmeyen Henry'nin, kızın dilini ağzına kabul edip kızın kendisine hakim olmasına izin verişi ve tuhaftı genç adamın eline bile dokunmayan Anna'nın adamı sertleştirişi ancak hemen sonra Henry öpmeye başladı genç kızı aynı kızın yaptığı gibi ve bir saniye daha, bu oturur pozisyonda, oyalanamayacağını fark ettiğinde kalçasından kavrayarak kucakladı genç kızı ve umursamaksızın soğuk zemine yatırdı halen kızı öpmeye devam ederken. Genç kızın soğuk ile gerilen vücudunun üzerinde konumlandı sonra ve genç kız öpüşmeyi en güzel şekilde sonlandırdığında Henry elini kızın göğsü ve göbeği üzerinden kaydırıp ilerleyecekken Anna bir bacağını onun beline dolayıp onu basitçe alt pozisyona getirdi ki Anna'nın ilk sevişmeleri boyunca yerin darlığı nedeniyle sevişmenin sonuna kadar altta kalmış olduğunu düşünüp içten içe bu duruma gerçekten gülerken Anna'nın şimdi aniden altta bırakışını anlayabiliyordu. Yine de, diye düşündü en sonunda sırt üstü yere uzanmış ve zar zor nefes alıp genç kızın konuşmasını dinlerken, pozisyon her nasıl olursa olsun, yine de, kız fena değildi. Ancak tabi ki, şuana kadar gördüğü en iyi partner değildi: yalnızca on dokuz yaşında, diye düşündü ister istemez. Belki okul zamanlarındayken on dokuz olmak yeterince büyük ve tecrübe sahibi olmak demek olabilirdi ancak Henry her şekilde ondan yıllarca büyük olup karşısındakini toy küçük bir kızdan öte göremezken pek de öyle düşünmüyordu: Belki kendisi de çok büyük değildi, ve hatta artık aralarındaki yaş farkının beş yıl önce olduğu kadar dış görünüşlerinden anlaşılmadığı bu yaşlardayken bu konuyu bir kenara koymalıydı? Belki o da ismiyle hitap etmeliydi genç kıza, aynı kızın son iki seferde yaptığı gibi? Yapmayacaktı oysa, artık nasıl görünüyor oldukları umurunda değildi, herkes yerini bilmeliydi. Öte yandan elleri kızın ayın aydınlattığı teninde dövmelerine dokundu kızın, bilerek ve sorarak. İlk kez görüyor değildi oysa. Pek çok kez gözüne ilişmişti bazıları ama nasıl veya kaç tane olduklarına dikkat etmemişti asla. Hatta gözlerini devirmek yeterliydi ona göre bu konuda. Sevmiyordu dövmeleri, sevmeyecekti de: insanın vücudunun doğallığını katleden gereksiz şeylerdi bunlar  ona göre. Ne sağlık, ne de bütçe açısından bir yararları vardı, hatta bir zamanlar babasının da demiş olduğu gibi bir nevi sapkınlıktı. Bu konuda babasına adeta katılıyordu ve babasından nefret etmeye adadığı son birkaç yıla rağmen hatırladığı cümleler ve bu fikir birlikteliği, onu gereksiz tuhaf bir hisse sokuyordu ancak babasıyla son birkaç yıla kadar hiçbir alıp veremediği olmadığı olduğunu hatırlattı kendisine, babasıyla babası öldükten sonra küsmüştü adeta ve bu küskünlüğünü kendisinden başka bilen de yoktu ayrıca. Anna, Henry'nin soran bakışlarını fark edip anlatmaya başladığında Henry dinledi sessizce ve ilgiyle, yapmacık bir ilgi değildi bu, bir insanın neden vücuduna kıyacağı hakkında anlatılan içtin bir konuşmaydı çünkü dinlediği ve Henry itiraf etmeliydi ki kızın vücudunun yan kısmını bütünüyle kaplayan o yazıların Marcus adlı herif için olmamasına memnun olmuştu, çünkü bir sevgili için yaptırılan dövme, dövmelerin en acınasısı olurdu ona göre, hele ki sadece isim olanlar; oysa genç kız bu kelimelerin Serenity'ye, yani annesine ait olduğunu söyleyince Henry acımamış aksine saygı duymuştu buna, halen anıların tene kazınacak kadar abartılı olacağını onaylamasa da. Tekrar düşündü cümleyi ve annesinin bunu Anna'ya neden söylediğini merak etti içten içe, ancak sormadan bir diğer dövmeye geçti öylece ve safkanlığıyla bu denli övünen Malfoy kızının vücudunda rastladığı iki Muggle cümlesine göz devirmekle yetindi kızın dövmelerinin neredeyse hepsinin yazılardan oluştuğunu fark ederken. Öte yandan kızın sorgulayan bakışlarını yakalamamıştı ancak elbette ki tanıyordu cümleleri söyleyen kişileri ve hatta bazı cümleleri daha kız söylerken tekrarlamıştı içinden aynı bilindik bir duayı tekrarlar gibi ve kız bu kadar muhabbetin yeterli olduğunu söyleyip dudaklarını Henry'nin kaslı ve beyaz vücudunun ortasına götürürken Henry düşünüyordu; Acaba Anna Henry'yi ne kadar tanıyordu?

Genç kızın diliyle yaptığı hafif dokunuşlarını ve maharetle üzerinde dolanan dudaklarını hissederken ne demesi gerektiğini bilmiyordu inlemekten başka. Bunu sevdiğini mi söylemeliydi? Normalde öyle yapılmaz mıydı? Hatta çoğu erkek bu anda, kendisine bu anı sağlayan kişiye onu sevdiklerini söylerdi, oysa Henry her ne kadar yüksekte olursa olsun o kadar uçmuş değildi. Acaba kendisi Anna'ya aynısını yaparken genç kız da aynı şeyleri düşünmüş müydü, çünkü en sonunda kızın ona verdiği de kesik kesik inlemelerden fazlası olmamıştı ancak erkek ve kadın vücudu bu kadar farklıyken ve Henry birkaç dakika daha dayanamayacakken kendisini huzursuz bir şekilde çekip, "Öp beni." dedi yalnızca, ses tonu adeta dokunulabilir bir gerilimle çıkıyordu ki Anna duraksadı ve Henry tekrarladı. "Öp beni küçük kız."

Ufak sessiz bir an oldu aralarında. Henry yemin edebilirdi ki Anna, şuan ne yaptğını unutmuş gibi, bu küçük isteği asla yapamayacağını düşünüyordu. Henry'yse bunu neden söylediğini: Oysa cevap ortaydı daha kelimeler ağzından dökülürken: Anna'nın kendisini öpmesini istiyordu çünkü tekrar üstte çıkabilmenin en kolay yolu buydu. Genç kızın bir an önceye kadar diliyle okşamakta olduğu sertliği şimdi genç kızın parmaklarının arasına geçmişken Henry hafifçe doğruldu ve ona bakmayan genç kıza baktı sessizliğin içinde, düşünemeyecek kadar uyuşmuştu zihni ve zevkle bozuluyordu nefesinin ritmi ancak yine de görebiliyordu genç kızın düşünceli suratını. Bir elini soğuk zeminden ayırmazken diğerini bir peçe gibi genç kızın yüzünün yarısını kapatan gece siyahı saçlarına götürdü ve zarifçe tutarak arkaya götürdü eliyle bir. Genç kızın mavi bakışları halen kendisini bulmuş değildi, Henry'nin eli ise daha önce yapmayacağına dair kendisine söz vermiş olmasına rağmen genç kızın saçlarının arasındaydı şimdi. Okşadı. Parmakları ipekten daha yumuşak tellerin arasından tamamen kayıp gittiğinde bile devam etti geri dönüp, Anna şimdi bakıyordu ona ve Henry de baktı onun suratına, biraz daha yaklaşsa kendisi hemen öpebilecekken "Sorulardan nefret ediyorsun," dedi, "emirlerden de ettiği gibi." Durgunlaşmış zihninden dökülen bilindik cümleler Anna'nın şuanki halini anlatmakla kalmayıp Henry'nin çok yakından tanıdığı birine, kendisine, de laf atıyordu. "Bu nedenle hep emir veren olmak istiyorsun." Eli halen kızın saçlarındayken bakışları dalgın, zor çıkan sesi mırıldanırcasına kısıktı. "Peki ya karşındaki de senden farksızsa? O zaman kim kazanır?"


*:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
wildest moments.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: B Ü Y Ü L Ü B Ö L G E L E R :: Malikaneler :: Bartoloměj Malikanesi-
Buraya geçin: