Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Jailewart

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jailewart




Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 20/04/13

Özel
Rp Puanı:
Jailewart Left_bar_bleue80/100Jailewart Empty_bar_bleue  (80/100)

Jailewart Empty
MesajKonu: Jailewart   Jailewart Icon_minitimePaz Tem. 14, 2013 12:51 am

[size=x-small][align=justify]

    Cama vuran yağmur damlalarının sesiyle uyandım. Saat akşam sekizdi. Tamı tamına sabah sekizden beri uyuyordum. Hiç bir şey hatırlamıyor hatırlamakta istemiyordum. Sabah yaşadıklarım sadece korku ve karanlıktan ibaretti. Eve gelir gelmez kendimi yumuşak yatağımın içine atmış ve kafamı nereye koyduysam orada uyumaya başlamıştım. Evde yalnız yaşadığıma ilk defa üzüldüm bugün. Yaşadığım onca şeyden sonra sıcacık evime geldiğimde kimse beni teselli etmedi. Kedi Swartch dışında. Bacaklarımın arasından sürtünerek geçiyor küçük mırıltılarla beni aklı sıra mutlu etmeye çalışıyordu ancak ben her zaman ki umursamazlığımla Swartch’ı dinlemiyor kendimi bir an önce yatağa bırakmak istiyordum. Korkutucuydu, şu birkaç saat öncesi. Korkutucu… Sıcacık yatağımdan kalktım. Kendimi yaşayan bir ölü gibi hissediyordum. Ayaklarıma inen kara sular ise bunun cabasıydı. Yavaş adımlarla pencereye doğru yürüdüm. İçimi karatan renkte ki perdeleri sonuna kadar açtım. Dışarısının bir kasırgadan farkı yoktu. Yağmurla coşan rüzgar ise şehri esir almıştı. Koca Londra ölmüştü sanki. Kimse sokakta değildi, hem de hiç kimse. Yağmur damlaları ise penceremin tepesinden en aşağı doğru ilerliyordu. Onlar bile birbirleriyle yarışıyor gibiydiler biz insanlarda olduğu gibi. Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Kararmıştı. Hiç düşünmeden yağmur damlalarını bırakıyordu yere. Gökyüzü bugün birine ağlıyor gibiydi. Çok sevdiği birisine… Çalan kapıyla yerimden sıçradım. Bu saatte kim gelmiş olabilirdi ki? 
    -Bina çalışanıdır.
    Dedim kendi kendime. Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim. Rüzgarın apartmanın içinde gezindiğini duyar gibiydim. Korkutucuydu. Kapının kolunu tuttum ve aşağı doğru çekti. Kapı açıldı. Kimse yoktu. Gözlerimi etrafa gezdirdim ancak kimseyi göremedim. Acaba kimdi? Apartmanda ki çocukların olabileceğini düşündüm. Başka kim bu saçmalığı yapabilirdi ki? Kısa bir süre kapının önünde dikildim ve etrafı kolaçan ettim. Ardından gözümü yere çevirdiğimde karşımda bir parşömen gördüm. Eğildim ve parşömeni aldım. Merak etmiştim. Hem de çok. Meraklı bir insan olduğumu hep söylerdim zaten. Parşömeni aldıktan sonra kapıyı kapattım. Salona yöneldim ve bulduğum ilk koltuğa oturdum. Parşömenin üzerinde bir mühür vardı. Bu mühür kıpkırmızıydı ve parşömenin katlandığı yere basılmıştı. Zor da olsa mühürü açmayı başardım. Parşömende şöyle yazıyordu;

    “Bu gece tam on ikide benimle ormanda buluş. Seni orada bekliyor olacağım. Hayatının en önemli haberini seninle paylaşacağım. Korkma ve gel. Beni bulamayabilirsin bu normal olur. Eğer kimse etrafta yoksa etrafta insan arama. Belki de insan olarak görünmem sana. Gözünü dört aç Liana. Seni koruyacağımdan emin olabilirsin ancak o önemli kararı vermek zorundasın, hayatta kalmak için. Büyük ve yaşlı meşe ağacının altında bekle beni. Ormanda sadece bir tane meşe ağacı var zaten. Ben seni görürüm ama beni bekle. Hayati bir mesele bu, hayati…”

    Not güzel bir el yazısıyla yazılmıştı. Notu yazan kişi her kimse güzel bir el yazısına sahipti. Not yüzüme tokat yemiş gibi hissettirmişti beni. Gerçeklerden mi korkuyordum ben? Yoksa hiç tanımadığım biriyle ormanda buluşmaktan mı? Oldum olası gerçeği aramışımdır. Şuanda ise bu gece kendim hakkında ki gerçeği öğreneceğim iddia ediliyordu. Ben ise ne yapacağımı bilmiyordum. Akşam oraya gitmeli mi, gitmemeli miydim? Bilmiyordum, bu sorular aklımı kurcalıyordu ama gidecektim. Gidecek ve her ne olacaksa olmasını bekleyecektim. Korkmadığım söylenemezdi ancak gitmeliydim. İçimde savaş çıkarmaktansa gitmem daha iyi olurdu. Oturduğum yerden kalktım ve masadan duran çakmağı diğer elime aldım. Çakmağı yaktım. Hemen alevlendi. Ateş… Ne kadar güçlüydü. İnsanın iliklerine kadar işlerdi ateş. Acımaz, işlerdi. Parşömeni yukarı kaldırdım ve çakmağı hemen aşağısına getirdim. Parşömen alev aldı ve yanmaya başladı. Görüntü o kadar güzeldi ki insanın nutku tutuluyordu. Parşömen kısa bir süre sonra tamamen yandıktan sonra külleri çöpe attım ve odama doğru ilerledim. Saat çoktan dokuz olmuştu. İyi bir duş alıp hazırlanmalıydım. Oraya bu yürüyen ölü halimle gidemezdim. Üstümdekileri çıkarıp kendimi duşa kabine girmeye zorladım. Oraya girmeyi sevmiyordum. Soğuktu ve kendimi yalnız hissettiriyordu. Normalde de yalnızdım zaten ama burası ayrıydı. Apayrı. Oldum olası sevmezdim suyu. Temizliği severdim ama suyu hayır. Suyu açtım. Üstüme gelen su damlaları bu sefer canımı acıtmıyordu. Tenimi ve vücudumu okşuyorlardı sanki yavaş,  yavaş. Rahatlamıştım. Kendimi daha iyi hissediyordum. Rahatlamıştım. Saçlarımı şampuanladım ve vücudumu yıkadıktan sonra duştan çıktım. Üstüme bornozumu geçirdim ve odama doğru ilerledim. 

    Saate baktığıma on olduğunu gördüm. Zaman su gibi akıp gidiyordu ve hiç bir şey yapamıyordum. Saçlarımı kuruttuktan sonra üzerimi giyindim. Saçlarımı taradıktan sonra hazırdım. Swartch’a mamasını verdim ve evden çıktım. Gerçekleri öğrenmeye gidiyordum. Dışarısı zifiri karanlıktı. Bunun sebebinin yağmur olabileceğini düşündüm. Sabahta çok karanlıktı hava. Gecenin bu kadar karanlık olması normaldi. Garajdan arabamı çıkardım ve ormanın yolunu tuttum. Sokakta sadece barlardan yeni çıkan sarhoş insanlar vardı. Başka kimse yoktu. Ara sokaklarda ise tek yaşam belirtisi sokak lambalarıydı. Orman oturduğum yerden çok uzaktı bu yüzden ormana gitmem epey zamanımı aldı. Sonunda ormana varmıştım. Arabadan indim ve ormanın içine doğru ilerledim. Yağmurun küçük damlalarıyla yüzüme vuruyordu. Rüzgar ise tenimi okşuyordu bir anne gibi. Orman sessizdi. Sadece baykuşların sesi kulağımı çınlatıyordu bazen. Ormana doğru yürürken bir ses duydum. Yerde ki bir dal kırıldı.

    -Kim var orada?

    Diye sordum katı bir sesle ancak cevap veren olmadı. Yürümeme devam ettim. Baykuşlar guguk diye sesler çıkarıyorlar geceyi daha ürkünç kılıyordu. Parşömende söz edilen meşe ağacını gördüm. Kocaman ve bütün heybetiyle orada duruyordu. Altına geçtim. Kimse yoktu. Yine bazı yaprak 
    sesleri duyuyordum ama aldırmıyordum.

    -Hiçbir şey seni korkutamaz Liana, hiçbir şey…
    Adamın keskin sesi kulağımda yankılandı. Arkamı döndüğümde önümde bir kurt duruyordu. Korkmuştum hem de çok.

    -Kim var orada?
    Diye sordum cevap gelmedi. Bir kurt konuşamazdı değil mi? Konuşamaz. Beynim benimle oyun mu oynuyordu yoksa bir kurt konuşuyor muydu?

    -Korkma Liana sana zarar vermeyeceğim.
    Dedi kurt ağzını açarak. Gerçekten de konuşmuştu. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutabilirdim. Korkuyla karışık endişe duyuyordum. 

    -Sen… Sen, nasıl konuşabiliyorsun?
    Diye sordum kurta. Tanrım delirmiş olmalıydım. Bir kurtla konuşuyordum. Kendime bir çimdik attım. Canım acıdı. Bu demek oluyordu ki ben rüyada değildim. Bunların hepsi gerçekti. Kurt bana doğru yakınlaştı.

    -Ben yarı insanım çünkü Liana. Yani kurtadamım.
    Dedi ve beyaz bir ışık huzmesi gözlerimi kamaştırdı. Kurt gerçekten de adama dönüşmüştü. Kanlı canlı bir adama. 

    -Se, se, sen… Nasıl?

    -Biliyorum şuan korkudan tirtir titriyorsun ama korkacağın bir şey yok sana zarar vermeyeceğim, vermem.
    Dedi. Adamın sesi yumuşamıştı. İçime işliyordu ses tonu. Bir ninni gibi melodili ve yumuşacıktı. İster istemez kendimi güvende hissetmeme neden oluyordu.

    -Ama neden? Neden bana zarar vermeyeceksin?

    -Ne o zarar vermemi mi istiyorsun yoksa?

    -Hayır, onu kastetmemiştim. Sadece şaşkınım anla beni. Hiç böyle bir şey görmemiştim.

    -Biliyorum Liana biliyorum, ancak bir insan kendi türünden birine neden zarar versin?

    -İyi de ben bir kurt değilim.
    Dedim. Şaşkındım hem de çok… Bunların açıklaması olmalıydı. Şuan burada yaşadıklarımın. Adam bana doğru yaklaştı. Adamın gözleri gök grisiydi. En sevdiğim renk. Kollarımı sıvadı ve kurt şeklinde ki lekemi gösterdi. Şaşkındım.

    -Böyle bir izim olduğunu bilmiyordum.

    -Ama var, bende olduğu gibi.
    Dedi ve kendi kolunda ki izi gösterdi. Tıpatıp aynısıydı.

    -Sen bizi soyumuzdansın Liana. Kökenlerin. Sen asil bir kurt kadınsın. Köken bir kurt kadın.
    Gözlerini gözlerime çevirdi. Gerçekten de bir kurt kadındım. Gerçek bir kurt kadın. Bu gece öğrendiğim gerçek bu oldu. Gerçek soyumda bir kurt taşıdığımmış. Bir kurt. Adam elimi tuttu. Yüzümü aya çevirttirdi. Ay müthişti, nefes kesici. Elimi tuttu ve ormanın derinliklerine doğru ilerledik. Başka kurtlar bulmaya… 

    Bu benim hikaye yarışmam için yazdığım bir hikayedir. Okunduktan sonra silinirse sevinirim ^^[/align][/size]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Black Widow

Black Widow


Mesaj Sayısı : 66
Kayıt tarihi : 18/04/13

Jailewart Empty
MesajKonu: Geri: Jailewart   Jailewart Icon_minitimePaz Tem. 14, 2013 2:32 am

Puanınız: 80





# Betimleme: 25/30
# Akıcılık: 6/10
# Yazım Kurallarına Uyum: 8/10
# Sayfa Düzeni: 8/10
# Renklendirme: 4/5
# Kurgu: 19/25
# Uzunluk: 10/10

İyi rol oyunları!

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Jailewart
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Role Play Geçmişi-
Buraya geçin: