Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 My Love.

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: My Love.   My Love. Icon_minitimePaz Ocak 27, 2013 7:33 am





MY LOVE.

My Love. Jfnx8xxMy Love. 126

My love, you are bullshit.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimePaz Ocak 27, 2013 11:22 am

    ""Eve vardığımda saat dokuz buçuktu. En azından mahalle kilisesinin söylediği bu. Tam apartmana adım attığımda tek kısa vuruş yaptı. Ondan önce de dokuz tam vuruş olmuştu. Son yarım saattir ne yaptığımı bilmiyorum. Her şey hayal gibi, içten içe bunların var olmamış olmasını umuyorum. Kendimi inandırmak zor değil. Her adımımda daha mutlu hissedebilirim, çünkü bunların hiçbiri yaşanmadı. Soğuk. Her yeni adımımda kol saatimin saniyeleri apartmanın boş koridorlarında yankılanıyor. Tik ve tak. Tüm saniyeler öylece akıp giderken ne yapıyorum? Derin bir nefes aldım, son birkaç saniyedir öylece durmuştum, gözlerim aptal bir çatlağa odaklandı ve binanın yakında çökebileceğini düşündüm böylece hepimiz ölecektik. Mutlu son? Hayır. İyi bir adam olmadığımı biliyorum ve bu şekilde ölmek istemiyorum. Berbat biri olduğumu biliyorum. İşleri boka sarmaktan başka işe yaramadığımın farkındayım. Kimsenin hayatına bulaşmamalıydım, böylece intiharım kimsenin canını acıtmazdı. Hayır. Çatlak gözümde bulanık bir hal alırken bakışlarım izi takip ediyor, yosunlu borular ve içinde akan pis su… O su nereye gidiyor? Tüm bu pislikler nereye gidiyor? Nereye gittiklerini öğrenmeliyim ki oraya gidebiliyim. Hayır. Kendimden nefret ediyorum. Evet ve biliyorum, bunların hepsi yaşandı.""
    Asansöre girdiğinde Miss Sixsmith’in elinde doğaya dönüşümü yüzde yüze yakın sağlıklı bez market torbalarıyla apartmana girmişti, ardından aceleyle koşup asansöre yetişti. Bu kısa koridor yaşlı kadını nefes nefese bırakmıştı ancak bir iki saniyeye kendisini toplardı. Torbasından ambalajlı bir salatalık düştü ve Hans eğilip onu bayana uzattı.
    “İyi sabahlar, Miss Sixsmith.” Kadının soyadının söylenişi tuhaftı. Ancak Miss Sixsmith bu soyadını almak için doğmuştu. Ona bakıp Rose ve Maggie demek kimsenin içinden gelmezdi. O Miss Sixsmith’di. Kuralcı, yaşlı, huysuz, bakımlı, kırışık ve geçen onlarca yıla rağmen parıldayan meraklı bakışlar. Ama tatlı değildi. Genelde yaşlı insanları tatlı bulmasına rağmen bu kadın ona fena halde küçükken gittiği yetimhanelerden birinin müdürünü anımsatıyordu. Adelhied. Yıllar önceki bağırışlar tekrar kafasındaydı “Artık fazla oldun Landers, çizgiyi aşıp duruyorsun!” Kadının yağlı suratı kalın bir mercekten gösteriyormuş gibi beynine yansırken Miss Sixsmith’in konuşmaya başlamasıyla kendine geldi. Başının zonkladığını hissediyordu. Kendisini tanımlayan doğru kelimeyi bulmaya çalıştı bir an. Bitkin. Bitik değildi ama bitkindi, bitmek üzereydi, bitiyordu. Sağ elini gözüne götürdü ve avuşturdu.

    “Yine gece kaçta yattın Finn, yoksa eve henüz mü geliyorsun? Eğer yalnızca üstünü değiştirmek için evimi kiraladıysan bir gardrop alman çok daha akıllıca olurdu çocuğum.”

    Kadın çok hızlı ve açık konuşuyordu, söylemek istediği her şeyi söylemişti ve birazdan devam da edecekti ancak Hans’ı kontratı imzalarken gördüğünden beri oğlana ikinci adıyla seslenmeyi adet edinmişti. ‘Ah tatlı Finny,’ diye başlayan cümleler karşısında midesi bulanmadan durması için bir iki gün geçmesi gerekmişti. Finn çocuksu bir isimdi. Masum, tatlı.. Onu üç yaşındayken evlat edinen ailenin kendisine taktığı ve o zamandan beri kimliğinde duran isim. Son on beş yıldır ona böyle seslenen olmamıştı, o aile öldüğünden beri.

    “Arkadaşımda kalmak zorunda kaldım, Miss Sixsmith, umarım bu sizin için sorun değildir.”

    “Nasıl bir arkadaş? Her neyse o arkadaşı evime getirmediğin sürece benim için hava hoş, yalnız o çırpı bacaklı kızın evimde yalnız kalmasından hoşnut değilim. O kızda evi patlatabilecek yetenek(!) var Finny, zavallı mobilyalarıma zarar gelsin istemem elbette.”

    “Tabi ki.” Diye mırıldandı Hans.

    “Ayrıca, evinde kız arkadaşın varken geceyi başka arkadaşında geçirmen hiç de hoş değil.”

    “Lütfen, Natalia yalnızca arkadaşım, ayrıca gece Gordon’lardaydım.” Neden açıklama yapıyordu ki? Zaten iki gün içinde evlenip bu lanet evden gitmiyor muydu?

    “Gordon? Siz eşcinsel misiniz?”

    “Oh-Hayır! Hayır, hayır! Gordon benim en yakın arkadaşım ve çok merak ediyorsanız her ikimiz de heteroseksüeliz.”

    “Bunu duyduğuma gerçekten sevindim Finny, eşcinsel olman böyle güzel bir suratı ziyan etmek olurdu.” Ardından yaşlı kadın bilmiş bir şekilde gülümseyip Hans’ı süzdü, asansör sonunda üçüncü kata varıyordu. Kapı açıldığında kadın bir kez daha gülümsedi, “Neden bu öğlen çaya gelmiyorsun ki, şu sevimli kızı da getir, adı neydi?”

    “Natalia.”

    “Evet, ben ve kız kardeşim bekliyor olacağız.” Kadın çıktı ve asansörün kapısı kapandı.

    Dördüncü ve son kata vardığında asansörden çıktı ve Miss Sixsmith’in demin girdiği kapının bir üst kat versiyonu olan kendi kapısına yöneldi. Gösterişsiz normal bir kapıydı işte, bu kapıyı yapan usta bile onu betimlemek için sadece kapı sözünden başka kelime kullanamazdı, sadece yeşil bir kapıydı. Omuz atınca da pek rahat açılan boktan bir kapı, ki Hans buna memnundu çünkü dün gece anahtarını bir yerde düşürmüş olmalıydı. Nerde peki? Uçurumun kenarında? Daenerys'ın evinde? Lioness'in kucağında? Yolda? Belki yalnızca Gordon'ının odasında? Bir an düşününce onu dün yanlışlıkla çöpe atmış olabileceğini bile düşündü ve yapmamış olduğunu umdu. Bir şeyleri kaybedince daima en saçma yerlerden çıkar, bazense yalnızca cebinizden. İşte Hans cebinde olmadığına oldukça emindi, aynı Rus Kızının uyuyor olduğundan emin olduğu gibi. O nedenle kapııya omuz attı ve açtı.

    Evim, güzel evim.

    Her yer aynı bıraktığı gibiydi. Kapıyı ardından kapattı ve Natalia'nın aptal kedisinin üzerinden atlayarak banyoya doğru ilerlerken yerden giyebilinecekmiş gibi duran temiz bir tişört aldı. Üzerinde kaplan kafası olan turuncu bir şey, bu aralar favori tişörtü oydu. Ancak bu mevsimde dışarıda onunla dolaşamayacağını biliyordu, belki bir mont veya pelerinle- Hayır. Mont veya pelerin yoktu. Montu Helsinki de unutulmuştu ve büyük ihtimal şuan ya kayıp eşya bürosunda yada evsiz bir adamın altındaydı. Pelerini ise Daenerys'de bırakmıştı... En yakın zamanda bir mont edinmeliydi!

    "Hoşgeldin." Ses o kadar yakından ve bir anda gelmişti bir an irkildi. Rus Kızı uyumuyordu! Şaşkınlığı yüzünden okunuyor olmalıydı ki kızda soru soran bir anlatım oluşmuştu, gülerek alaycı bir tonda "Aşkım, dün makarna yaptın ve bugün de erken uyanmışsın.. Kıyamet yaklaşıyor olmalı." Ardından gülerek giysi dolabına yöneldi ve çamaşır alıp banyoya doğru yerdeki yığınların arasından yürümeye koyuldu.

    "Nerdeydin? Dün gece telefondan sonra kayboldun." Kız ellerini kavuşturmuş aynı gıcık küçük kız kardeşler gibi davranıyordu. Kızda başlı başına gıcık küçük kız kardeş potansiyeli vardı.

    Hans omuz silkti "Arkadaşımda kaldım."

    "Kız arkadaşında mı?" Kaşı bilmiş bir tavırla havaya kalkmıştı. Hans, onunla ne zaman özel hayatına bu kadar girebilecek kadar samimi olduklarını düşündü, ancak tek verebileceği cevap 'zaman' oldu. Ardından gülerek cevap verdi. "Evet, Gordon'da."

    "Barıştınız mı?"

    "Aşkım, barışmak derken?" Gözlerini soru sorar şekilde kıstı ve gülümsedi hiç şüphesiz ki dün gece yaşanan en iyi şey Gordon'la barışmalarıydı. Günler sonra içindeki o eksiklik tamamlanmıştı, başına gelen her türlü şeye rağmen Gordon'ın yanında olduğunu bilmek ona güç veriyordu. Doğru düşünemediği zamanlarda aklı ve kendinden nefret ettiği zamanlarda hayata tutunma sebebiydi. Aynı bu sabah olduğu gibi... Tuvalete girdi ve kapıyı ardından asasıyla kilitledi. Üstünü çıkarırken konuşmaya devam ediyordu "Şu yaşlı kadınlar iyice sinir etmeye başladı." dedi " Kadın senle benim sevgili olduğumuza fena inanmış, hala da bu inancını sürdürüyor ne dediğim umrunda bile değil! Neyse, bu öğlen çaya çağırdı." Tişörtünü çıkartırken duraksadı. "Seni de. Ama inan bana o çay teklifini yaparken, yaşlı kadın hiç de yaşlı kadın gibi bakmıyordu.." Kadının bakışları tekrar aklına geldiğinde ürperdi. "Ancak cebimden bir ses, evet sevgili param, eğer o çaya gitmezsek o kadının buruşuk ellerine daha hızlı geçeceğini ve benim sıcak cebimi oldukça sevdiğini söylüyor. Sanırım onu kıramam."

    Natalia "Ben gelemem!" diye seslendi.

    "Hadi ama, aşkım, beni yalnız bırakamazsın!"

    "Jack'le buluşacağız, bu dışarda ilk gerçek buluşmamız, geç kalamam."

    Bingo. Rus kızının neden erken uyandığı bir anda su yüzüne çıkıvermişti, eğer Jack denen çocuk makarna seviyorsa öbür alametin nedeni de ortaya çıkardı. "Aşkım, senin sevgilin mi var?" diye seslendi gülerek, tuvaletteyken. "Zavallı çocuk."

    "Bana 'aşkım' demeyi kes." diye söze başladı Natalia, ne kadar sinir olduğu sesinden anlaşılıyordu ki bu Hans'ı oldukça eğlendiriyordu. "Ayrıca asıl zavallı senin sevgilin."

    "Kesinlikle hayır." dedi ancak bunu kızın hagi cümlesine karşılık söylediği askıda kalmıştı, ama büyük ihtimal bu cevap her iki cümleyi de kapsıyordu. Ve ardından duşa girdi.

    Suyu açmadan önce şampuanını eline aldı, bu şampuanı seviyordu. Muggleların iksir yapabileceğinin kanıtı gibi ferahlık ve neşe veren muhteşem bir şampuandı. Kapağı açtı ve ters çevirdi. Salladı. Sıktı. Biraz daha salladı. Ve bağırmaya başladı "SENİ UYARDIM! SENİ EN AZ ON KERE UYARDIM! BENİM ŞAMPUANIMI KULLANMAMANI SÖYLEDİM!" Nefes aldı ve devam etti, sinir olmuştu. "Tamam kullan, ama dibine kadar kullanma. Çünkü senin yüzünden ben de seninkini kullanmak zorunda kalıyorum!" Kızın şampuanını eline aldı ve okuyarak devam etti. "Seninki portakal ve güllü? PORTAKAL VE GÜL. Hangi aklı başında insan böyle bir şampuan alır ki?" Şampuanın kapağını açmış koklarken, yüzünde hüzünlü bir ifade belirdi. "Senin yüzünden meyve gibi kokuyorum. Hem de şu salak dans eden portakal resminin altında yazdığına göre en az altı saat! Kendimi yemek istiyorum! Sadece senin yüzünden... Ve bu kız şampuanı, Tanrı aşkına!" Ve her şey tam o anda kafasında birleşti. Eğer kız gibi kokan erkekler iticiyse ev sahibine giderken bu şampuanı kullanmasının bir sakıncası yoktu. Aksine bu oldukça iyi bir fikirdi! Hızla duşakabini terk edip banyoda parfüm aramaya koyuldu. Bunları yaparken düşündüklerini anlatıyordu, "Tanrı aşkına Natalia, bir tane bile parfümün yok mu senin? Bi de kız olacaksın var ya! Benim bile üç tane var.."

    Natalia adeta haykırıyordu. "PARFÜMLERİMDEN UZAK DUR, HAYIR!" Hans en azından parfümlerin cidden banyoda olduğuna dair kesin bilgiyi elde etmiş saydı kendisini ve aramayı sürdürdü. Akla gelebilecek veya gelemeyecek her türlü deliğe bakıyordu. Lavobanun olduğu bankoya tırmanıp yukardaki dolapları açmaya koyuldu ve dört gün önce kaybolan küpesini buldu. Tanrım sana şükürler olsun. El sürülmeyen başka bir dolabı açtığındaysa üzerine kirli çamaşırlar döküldü. Natalia kapıyı var gücüyle zorluyordu. Son bir dakikada en az yirmi kere anahtar büyüsü yapmıştı. Hans "Açamazsın!" diye bağırdı "Şifreli anahtar büyüsü yaptım, siz daha o konuya bile geçmediniz!"

    Natalia "Bumbarda!" diye bağırdı ve anahtar deliğinden içeri küçük dumanlar geldi.

    "İyi denemeydi, aşkım." diye seslendi Hans, Natalia'nın şuanki halini düşündükçe kahkaha atası geliyordu ki attı da! Elini başka bir dolaba götürdü ve iki saniye boyunca hayretle bakakaldım. Özenle sıralanmış onlarca parfüm şişesi banyonun sarı ışığında parıldıyordu. Hans'ın gülümsemesi tüm suratına yayıldı ve ardından, zafer konuşmasını yaptı. "EVET, BAYLAR VE BAYANLAR, BEN, HANS FİNN LANDERS, ŞU SANİYELER İTİBARİYLE NATALİA MİLOSLOVA'NIN GİZLİ HAZİNESİNE ERİŞMİŞ BULUNMAKTAYIM."


tık:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Natalia Miloslova
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Natalia Miloslova


Lakap : Talia, Russian Girl.
Rp Sevgilisi : Ağaç kakan Woody.
Mesaj Sayısı : 203
Kayıt tarihi : 25/08/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimePaz Ocak 27, 2013 10:44 pm

    Genç kız kapıya var gücüyle vurdu ayarsız bir enerjiyle. Yalnızca kolu acıdı elbette ki, kapı öylece kımıldamaksızın kıza bön bön bakarcasına duruyordu. Genç adamın sözleri duyulurken dişlerini sıktı. "EVET, BAYLAR VE BAYANLAR, BEN, HANS FİNN LANDERS, ŞU SANİYELER İTİBARİYLE NATALİA MİLOSLOVA'NIN GİZLİ HAZİNESİNE ERİŞMİŞ BULUNMAKTAYIM." Siktir. Bunu sesli mi söylemişti? Pekala öyle yapmıştı. Natalia gibi düzensiz bir kızın eşyalarının düzenli olmasını kimse beklemezdi, hele ki kıyafetlerini odasında yerden topladığını düşününce. Oysa parfümler? Hayır, orası ayrı bir dünyaydı genç kız için. Bildi bileli tüm parasını parfümlere yatırıyor, onları numaralarına göre sıraya diziyordu! Bununla saatlerce uğraştığı bile oluyordu kızın ve Hans haklıydı, bu genç kızın gizli hazinesiydi. " Ve Tanrım... Erkek parfümleri mi aşkım?!" Kapının önünde sarı saçlarını yolmakla meşgul olan genç kız tüm apartmanın duyabileceği şekilde bağırdı adeta. Hatta bırakın apartmanı, Türkiye'de dahi insanların kulakları çınlayabilirdi. Düşünün o mesafeyi! "HAAAAAAAAAAAA...AAANS!" Ve bir kahkaha. Natalia, genç adamın suratına yayılmış olan gülümsemeyi tahmin edebiliyordu. Şu an Cennet'in tadını çıkarıyordu ve Natalia'nın içeriye girmesinin imkanı olmadığını biliyordu. Bu adil miydi? ADELETİ FUCKABİLİRDİ TALIA. "Erkek parfümleri, ha? Bunları benim için zula yaptığını bilmiyordum! Ah, hem de birinci kalite aşkım! Teşekkür ederim." Genç kız ağayabilirdi. Çaresizlik içerisinde öylece bakıyordu kapıda. Bir şeyler yapmalıydı. Onu oradan çıkaracak bir şeyler olmalıydı... Ve buldu. Gözleri şeytani fikirle parlayan genç kız, en ciddi tonunu takınarak şakası olmadığını belirtti. "Bebeklerime elini sürersen Hans FINN Landers, sana yemin ederim, şu en sevdiğin kaykayını alır gezintiye çıkarım!" Natalia içeride Hans'ın güldüğünü duydu. Ancak bir süre sonra gülüşünün yerini bir kükremeye bıraktığını hissetti. "KAYKAYIIIIIIIM!" Yerin titrediğini hissetti Natalia adeta. Genç adamın bu kadar endişelenmekte haklı olduğunu biliyordu; çünkü Hans, Natalia ila kaykayın macerası vol1 adlı olaya tanık olmuştu. Genç kızın yalvarmaları üzerine ona kaykay kullanmayı öğreteceğine söz vermişti Hans ve denemek amaçlı sokaklara düşmüşlerdi. Hans öğreteceğine söz vermişti tabii ama Natalia kadar korkunç bir öğrencisi olmamıştı belli ki hiç. Genç kız daha düz yolda defalarca düşmüş, kıçını kırdığını iddia edip onu hastaneye götürmesi için yalvarmış, iki saniye sonra hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkmış ve kaylayın bozuk olduğunu söylemişti. Bunlar yetmezmiş gibi, yokuşun kenarına geldiklerinde Hans'ın eski kaykayını ayağından kaçırmış, kaykay yokuşun sonunda bir taş eve çarpıp parçalanana kadar onu yalnızca izlemişti. Genç adamsa acılar içerisinde bu görüntüyü izlemiş, o kaykayla olan anılarını düşünmüştü içten içe. Ve sonrasında, Natalia'ya kaykaylarına elini sürmeyi dahi yasaklamıştı. Genç kız bu fikri severek kabul etmişti ama... Şu an gerekirse bunu yapardı. Hans yapacağını biliyordu. Yine de belli ki blöf yapıp yapmadığını düşünüyordu genç kızın. Düşünmek için pek fazla süresi yoktu. Natalia kapıdan ayrılarak adamın kaykaylarını koyduğu yere eğildi. En sevdiği adeta parıldayarak genç kıza gülümserken, kaykayı eline aldı Natalia. "Merhaba seni sevimli şey. Nereye gitmek istersin?" Kapı öyle bir gürültüyle açıldı ki Natalia daha ne olduğunu anlayamadan kendisine doğru bordo bornozuyla koşan Hans'ı gördü. Kaykaya sarılarak arkasını döndüğünde adamın elleri kıza dolandı. "ONU BANA VER. AHHH!" Hans öyle acıyla bağırıyordu ki, kaykayın yarım saat içerisinde öleceğinden emin gibiydi. Onun hayatını kurtarmaya çalışıyordu!

    Natalia o an herhangi bir yere cisimlenebilirdi. Hans onu tuttuğu için beraberinde gelirdi, elbette ki sexy bornozuyla! Bu görüntüyü düşünüp gülmeye başlayan genç kız, o zaman parfümlerini asla göremeyeceğini biliyordu. Kahkahaları iyice artarken adamın elinden kurtularak kaykayı arkasına koydu. Hans'la yalnızca bakıştılar. Genç adamın suratından pek çok ifade okunuyordu ama hiçbiri çaresizlik kadar komik değildi. Natalia tam bir intikamcıydı. Ve intikamını almıştı. "Parfümlerime dokunmayacaksın," dedi ve bir an için adamı inceledi. Bordo bornoz ona pek çok kıyafetinden daha fazla yakışmıştı. Genç adamın kaslı bacakları açıktaydı ve bu görüntü oldukça hoştu. Onu incelemesini bitiren genç kız bir adım geri attı. "Bornozun oldukça hoşmuş Finn." Son kelimeyi bastıra bastıra söylemişti, zira Hans daha demin ikinci adını söyleyene kadar genç kızın bu addan haberi bile yoktu. Ancak artık vardı değil mi? You lost the war bakışı attı genç adama. Hans kaşlarını çatarak ona baktı. Kısasa kısas demeye hazırlanıyordu ki, kaykayına dikti gözlerini. "Anlaştık. Şimdi bebeğimi bana ver." Herhangi bir harekette bulunmadı genç kız. Adama doğru birkaç adım atmak dışında. Önünde durduğunda yanağına öpücük kondurarak kaykayı uzattı. "She's all yours, meine Liebe." Hans ona dil çıkararak kaykayına sarıldı. Banyoya doğru yeniden ilerlese de Natalia ondan hızlı davrandı ve banyoya girip kapıyı kilitledi. Dışarıdan Hans'ın küfürlerini duyduğunda, parfümlerine ilerledi. Hepsinin yerli yerinde olduğunu görünce derin bir nefes alarak dolabın kapısını kilitledi. Yine de dışarı çıkmadı. "Banyoyu bana bıraktığın için sağol," dedi genç kız yerdeki tarağını alıp saçlarını taramaya başlayarak. İçeriden Hans'ın daha giyinmedim dediğini duyuyordu ama aldırış etmedi. "O zaman giyin," dedi sakince. Adamın giymek için seçtiği turuncu t-shirte bakarak iç geçirdi. O kadar çok giymişti ki bu t-shirtü, artık kokmaya başlamıştı. Bunu Natalia bile anlayabilirdi. "Ve yeni bir şey seçsen iyi olur," dedi t-shirtü kirli yığınına tekmeyle atarak. Hans'ın küfür ettiğini duydu ve gülümsedi peşi sıra.

    Birkaç dakika sonra, saçlarını özenle taramayı bitirdiğinde kapıyı açtı. Hesaba katmadığı bir şey vardı elbette. Kapının direk oturma odasına açılıyor oluşuydu. Hans'ın ise orada giyiniyor oluşu. Genç adamı altında yalnızca boxerla görünce tek kaşını kaldırdı. "Giyinmekte mi zorlanıyorsun, aşkım?" Hans ona sinir dolu bir ifadeyle baksa da, bir süre sonra kızın gülmeye başladığını görüp kendisi de dayanamadı. Omuz silkerek koltuğa çöktü. "Bana kıyafet bul Rus Kızı." Genç kız daha kendisine kıyafet bulamadığını düşünüyordu ki, aklına gelen fikirle gözleri parladı. Kendi etrafında üç yüz altmış derece döndü. Yerlere bakıp düzgün bir şey aradı, oysa görünürde yoktu. Tek kelime etmeden odasına ilerledi. Yatağı -neyse ki bir bazaydı ve Rusya'dan geldiğinde kullanmadığı eşyalarını içine boşaltmıştı, yani evdeki her şeyden daha fazla temizlerdi- kaldırarak içini eşmeye başladı. Kıyafetleri fırlata fırlata ilerliyordu ki, kayıp olduğunu sandığı mavi elbisesini buldu. Gülümsemesine engel olamayarak onu dişleriyle kavradı ve aramaya devam etti. En sonunda aradığına ulaştığında, kırmızı-lacivert kareli bir erkek gömleğini eline aldı. Kendi elbisesini yatağının üzerine bırakarak yeniden içeriye daldı. Hans pantolonunu giymişti bu sefer; ancak t-shirt arayışı hala devam ediyordu. Kız ona doğru yaklaşarak elindeki gömleği adamın üzerine tuttu. "Bunu giyeceksin," dedi ve gülümsedi. Adam bunu üzerine giydiğinde gerçekten yakışacaktı. Bundan emindi. Hans afalladı, önce gömleğe sonra kıza baktı. "Bana Jack'in burada unuttuğunu gömleğini kakalamaya çalışmıyorsun değil mi? Yoksa... Erkek parfümleri... Erkek gömlekleri? Korkmalı mıyım?" Omuz silken genç kız genç adamın gömleği giymesine yardım ederek, düğmelerini iliklemeye başladı. "Bu abimin. Giderken onu bana hatırlatacak bir şeylere ihtiyacım vardı." Son düğmesini ilikleyerek adamın görüntüsüne baktı. Onun saçlarını elleriyle karıştırarak, onun görünüşünden oldukça memnun, gülümsedi. "Şimdi bana yardım etme sırası sende. Kaçamazsın. Ben deneyeceğim ve en beğendiğini söyleyeceksin tamam mı?" Hans hiçbir şey diyemeden genç kız koşarak odasına gitti. Üzerindeki pijamayı hızla çıkarıp, demin keşfettiği buz mavisi elbisesini üzerine geçirdi. Elbise kolsuz, düz bir şekilde geliyordu. Eteği fazlasıyla kısaydı, kızın upuzun bacaklarını açıkta bırakacak şekilde. Ten rengi bir çorap geçiren genç kız, üzerine de siyah uzun hırkasını geçirdi. Köşede duran beyaz topuklu ayakkabılarını giyerek içeriye daldı. Elini beline koyup Hans'a poz verdiğinde, tek kaşını kaldırarak yorumunu duymak için adama odaklandı. O an, adamın onu uğraştıracağından fazlasıyla emindi. Yine de onun zevkine güveniyordu, bu yüzden güvenle gülümsedi ve onun yorumunu beklemeye başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimeSalı Ocak 29, 2013 11:14 am

    Sadece bir saniye süren sessizlik Natalia'nın ağzından çıkan kısa küfürle bozuldu ve Hans kahkaha atarak parfümleri incelemeye koyuldu. Natalia'nın homurtuları arka planı kaplayan nadide bir şarkı gibiydi. Hans eline rastgele bir tanesini alıp kokladı. Gerçekten kaliteliye benziyordu ve kokusu cidden iyiydi. Eyfel kulesine benzeyen ve üzerinde yatay bir şekilde Paris yazan bir diğerini eline aldı. Fransızlar bu işi biliyordu, hani. Aslına bakarsanız bu şişe Marcella gibi kokuyordu. Onu bir kenara bırakıp dolaba göz atmaya koyuldu. Markalar birbirini takip ederken, şişelerin alfabetik olarak dizildiğini fark etti. Aslına bakarsanız boy sırasına konulmuş ardından renklere göre dizilmiş ve en son alfabetik ve isimleri önde kalacak şekilde yerleştirilmiş bile olabilirdi. Eğer kız evle bu dolapla ilgilendiğinin beşte biri kadar ilgilenseydi evlerine yanlışlık giren biri burada gerçekten insanların yaşadığına inanabilirdi.

    Arkalara bakınca tanıdık bir marka ilişti gözüne ve onu eline aldı. Bir zamanlar o markayı kullanırdı. Şişenin üzerindeki kocaman 'FOR MEN' yazısını bir kör bile görebilirdi. Ardından o yazılardan bir iki tane daha gördü, kaşını şaşkınlıkla kaldırırken sırıttı "Ve Tanrım... Erkek parfümleri mi aşkım?!" Ve Natalia bir anda bombayı patlattı. "HAAAAAAAAAAAA...AAANS!"Hans'ın kahkahası tüm banyoyu doldururken gözlerinden yaş geldiğini fark etti. Kulaklarını neredeyse hissetmiyordu, adındaki tek sesli harfe içten içe lanet okuyordu ancak Natalia'yı sinir etmenin verdiği haz diğer her şeyi önemsiz kılıyordu. Hi, I'm Hans, my hobies are skating, smoking and making Natalia crazy. Parfüm avcundayken sırtını duvara dayayıp bankoya düzgünce oturdu. "Erkek parfümleri, ha? Bunları benim için zula yaptığını bilmiyordum! Ah, hem de birinci kalite aşkım! Teşekkür ederim."

    "Bebeklerime elini sürersen Hans Finn Landers, sana yemin ederim, şu en sevdiğin kaykayını alır gezintiye çıkarım!" Süregelen gülüşünü durdurmaya zahmet etmeden yalnızca avucundaki parfüme baktı Hans. Artık çok geç, Rus kızı diye laf atacaktı ki kızın tehdidi bir an saniye saniye beyninde belirmeye başladı. Ardından dehşetle haykırdı. "KAYKAYIIIIIIIM!" Parfümü bir kenara koyarak hızla bankodan indi! Hayır, bu kaykayın sonu Chelle'inkine benzemiyecekti. Chelle. Bazı insanlar ilk kaykaylarını isim takacak kadar severler.. Bazense pasaklı kızın teki sizin on iki yıllık dostunuzu on bir dakikada on parçaya ayırır. Kapının ardından duran bordo bornozu üzerine geçirdi. Bornoz dizinin en az bir karış üstündeydi ve sıkı bağlamadığı için tüm göğsü ortada kalıyordu. Sorun şu ki ortada kalan tek şey göğsü de değildi. Çevik bir hareketle karşıya uzanıp tişörtün altına bıraktığı çamaşırını hızla giyiverdi ve hareretle kapıyı açtı.

    Natalia onu görür görmez kaykaya(ONUN KAYKAYINA!) sarılıp arkasını dönmüştü. Kaykayı kavramak istercesine kıza dolandı aynı zamanda da onu kendisine vermesini haykırıyordu. Bir süre kapıştılar ancak sonunda kız elinden kurtulurup kaykayı arkasına gizleyerek karşına dikildi. Bir süre bakıştılar. Korkuyordu, kaykayının başına gelebilecekleri düşündükçe başına ağrı giriyormuş gibi oluyordu. Miss. Sixsmith'in haklı olduğu bir konu varsa bu kız mahvetmekte oldukça yetenekliydi.

    Yüzündeki Hans'ı sinir eden gülümsemeyle "Parfümlerime dokunmayacaksın," dedi Natalia, kendisini incelediğini fark etmişti ancak şuan umursadığı tek şey kızın ufak kıçına yasladığı zavallı kaykayıydı. Kız ona bir adım yaklaştıktan sonra "Bornozun oldukça hoşmuş Finn." dedi. Finn. Bu aptal ismi demin bağıran kendisiydi değil mi? Hogwarts'da bu ismi bilen Gordon haricinde bir kişi bile yoktu, Gordon, bu ismi gerektiği zaman sihirli bir kelime gibi kullanırdı. Shane'eyse özellikle söylememişti çünkü bu tüm Hogwarts'a anons yapmaktan farksızdı. Rus kızının bunu biliyor olmasını es geçti, tek istediği zavallı kaykayını güvenli kollarına alabilmekti omuz silkerek bitkin bir şekilde cevapladı onu. "Anlaştık. Şimdi bebeğimi bana ver."

    Kız bir saniye sonra kendisine doğru bir adım attığında gülümsemesi ilk kez barışcıl görünüyordu. Kız uzanıp yanağına ufak bir öpücük kondurdu ve kaykayı kendisine uzattı. "She's all yours, meine Liebe." Kalp atışı sonunda kendisine geliyodu. Meine Liebe. Rus kızından gelen bu almanca jest karşısınfa yüzünde bir tebessüm oluştu ve kıza dil çıkarak kaykayını güvenli kollarına aldı. Her şey geçti tatlım. Daddy's here.

    Ardından banyoya dönmek için geri hareket ettiğinde Natalia'yı da aynı şeyi yaparken buldu aynı anda kapıya doğru koştular ancak Rus kızı burun farkıyla kazanıp kapıyı Hans'ın suratına kapatıp kilitledi. BULLSHİT. "My love, you are bullshit!" diye bağırdı. Kızın içerden kendisine güldüğünü duyabiliyordu, kapı sanki ona tepki verbilecekmiş gibi sert bir bakış attı. Sadece beş dakika önce o kapı ile müttefikti! "Banyoyu bana bıraktığın için sağol," diye bağırışı salonda oca karmaşanın arasında ne kadar yankılanabilirse yankılanıyordu. Kaykay'ını diğerlerinin yanına bırakırken, konuşmayı sürdürüyorlardı. Ve konuşmanın sonu iki kelimeyle bitti. Fuck off.

    Bunu söylerken utanmadı.

    Hans'ın alışkanlıkları vardı, iyi veya kötü birçok alışkanlık. Elini aniden cebine atıp sigara aradı ancak bornozun cebinden bu çıkmadı. Bu yalnızca alışkanlıktı ve Quidditch Profesörünün söylediğine göre hoş değildi. O kadın cidden hoştu yalnız. Yerde gözüne çarpan bir sigaraya uzandı ve bir çakmak bulup onu yaktı. İyi bir alışkanlığını söylemek gerekirse, her sabah duş almayı adet edinmişti. Duş almadan başlayan her sabahında berbat hissediyordu. O nedenle Natalia her ne yapıyorsa, biraz daha çabuk olması için bağırdı.

    Tek elini bordo bornozun yumuşak cebine sokup diğeriyle sigarasını kontrol etmeyi sürdürdü. Natalia onun evin içinde sigara içtiğini görse ikinci bir olay daha patlak verebilirdi. Eve girdiklerinde birbirlerine koydukları yegane kurallardan biri evin içinde sigara içilmemesiydi ancak bu Hans'ın bir an aklından çıkmıştı işte. Bu kurala önceleri uymuştu. Ev içinde asla sigara içmemişti.. en azından kız evdeyken. Tamam, kız uyuyorken de kuralı pek takmıyordu, evet. Cam kenarına gidip soğuk havaya aldırmadan evin havalanması için pencereyi açtı. Tüm sokak karlar altında ancak açık mavi bir gökyüzüyle karşısındaydı. Soğuk havayı içine çekip eşiğe yaslandı.

    Buradan her şey görülebiliyordu. Sırasıyla evler, arabalar, yoldan geçen bisikletliler, işeyen köpekler. Sokak muhteşem bir sabahla güne başlamış gibiydi. Kendi apartmanlarının önüne park etmiş açık mavi porsche'u tanıyordu. Mezun olduktan sonra kendisine de araba alacaktı, belki hemen değil ama kesin alacaktı. Ayrı bir tattı araba kullanmak, sadece kullanmak için alacaktı, eğlencesine. Miss Sixsmith koca kalçasını sallayarak Porsche'a ilerledi ve bagajı açıp bir kasa dolusu gülü kucağına aldı ve apartmana ilerledi. Kadın tüm yaşına rağmen oldukça dinamikti, Almanya'da rastladığı çoğu yaşlı insan gibi. Kadın beş dakika sonra tekrar arabasına geldiğinde -Natalia hala banyadon çıkmamış ve Hans ikinci bir sigara bulup yarılamıştı- ön kapıyı açtı ve arabada kalan son poşeti eline aldı. İçinde portakal var. Portakal ve gül. PORTAKAL VE GÜL. Hans ne yaparsa yapsın bu sabah banyo yapmayı planlamıyordu. Ardın Miss Sixsmith onu fark etti ve el salladı o da el sallayarak kibar bir gülüşle karşılık verdi ve kadın ilerlerken, sigarayı eşiğe bastırdı ve pencereyi kapattı.

    Bornozu yere atıp giyilebilecek şeyler aramaya koyuldu. Eline geçen gömleklerin hepsi kırışıktı ve nefret ettiği bir şey varsa kırışık gömleklerdi. Doğru cümle; Gömleklerden başka hiçbir şeyin kırışması umrunda değildi. Önündeki bir yığına tekme attı ve Hunter'ın koşarak mutfağa gittiğini gördü. Demek Hunter hala yaşıyordu. Vay canına! Fareyi takip etmeyi bırakıp başını kaldırdığında karşısında Natalia vardı "Giyinmekte mi zorlanıyorsun, aşkım?", 'Aşkım' onun lafıydı ve şuan önce savaş alanına sonra da silahına el koyan Natalia'ya sinirli bir bakış attı, ancak kızın gülümsemesi karşısında gülmeden duramadı. Kendisini tekli koltuğa atıp "Bana kıyafet bul Rus kızı!" diye konuştu. Bunu söylerken pek umudu var sayılmazdı. Kızın suratındaki düşünen ifadeyi, kaşlarının ve bakışlarının şekil değiştirişini ve yeni taranmış saçlarının suratına düşüşünü sessizce izledi. Kız koşarak odasına gitti. Bu sırada Hans da ayağa kalkıp kanepenin yanına düşmüş dar kotuna uzandı ve giydi. Kız geri döndüğünde kırmızı-lacivert kareli bir erkek gömleği taşıyordu. Bildiği tek şey bu gömleğin kendisine ait olmadığıydı. "Bunu giyeceksin," Önce gömleğe sonra kıza baktı. Afallamıştı. Yüz ifadelerini kontrol etmiyordu, ne düşünüyorsa ortadaydı, ki söylemekte de gecikmedi. "Bana Jack'in burada unuttuğunu gömleğini kakalamaya çalışmıyorsun değil mi? Yoksa... Erkek parfümleri... Erkek gömlekleri? Korkmalı mıyım?" Kız omuz silkerek Hans'a yaklaştı ve genç adamın gömleği giymesine yardım ederek, düğmelerini iliklemeye başladı. "Bu abimin. Giderken onu bana hatırlatacak bir şeylere ihtiyacım vardı." Hans, bunu anlayışla karşıladı, daha önce aileleri hakkında kısa ve sıkıcı bir konuşma atlatmışlardı. Konuşmanın tek mutlu yeri Natalia'nın abisini anlattığı kısımdı. Kız son düğmesini de iliklediğinde durup yaptığı eseri inceliyormuşcasına Hans'a baktı. Hans'ın suratında, onun bu tavrı karşısında tatlı samimi bir gülümseme belirmişti. Ardından kız onun suratına bakıp saçını karıştırdı.* "Şimdi bana yardım etme sırası sende. Kaçamazsın. Ben deneyeceğim ve en beğendiğini söyleyeceksin tamam mı?"

    Kaçış varmış gibi görünmüyordu ki kız zaten söyler söylemez koşup giyinmeye gitmişti. Bu kez odaya yakın olan ve avluya bakan tekli koltuğa geçti. Önünde duran sehba da dün akşamdan kalmaymış gibi duran yarım kupa kahve vardı. Onu kafasına dikti ve buzlu kafeinin kendisine iyi gelmesini umdu. Yalnızca yarım dakika sonra kız karşısındaydı. Buz mavisi tatlı bir elbise'nin üzerine siyah uzun bir hırka geçirmişti, ayağındaysa yüksek topuklu siyah ayakkabılar vardı. Hans kızların bunlarla nasıl rahat yürüdüğünü daima merak etmişti, hatta bir gün Freja ile bunu denemek için sözleşmişlerdi. Bunu düşününce gülümsedi ardından tüm ciddiyetiyle ayağın başına kadar kızı süzdü "Hırkanı sevmedim ve bu elbise cici kızlar için." kafasını küçük bir hareketle sağa sola salladı "Üzgünüm."

    Natalia Sen bana ne demek istiyorsun tarzı bir çıkışta bulunacaktı ki gidip başka bir şey denemeye karar verdi.

    "Fazla uzun."

    "Fazla parlak."

    "Sana gitmedi, hayır."


    Kıza göre yüzüncü denemeden sonra Natalia'nın üzerinde oldukça şık bir elbise vardı. Ayakkabıları ve çantasını dahi buna göre ayarlamıştı. Hans onun neden buraya gelirken on beş tatil için dört bavul getirdiğini şuan anlayabiliyordu. Büyük ihtimal ilk iki bavul da evin zeminin oluşturan kısımdı? Natalia'yı inceledi. Bu kez kıyafete değil kıza da odaklanmıştı. Sarı düzgün saçları, dolgun göğüsleri, güzel beli.. Kız her şeyiyle önündeydi. Eğer o kızın gerçekten insan olduğuna inansaydı ona çıkma teklif ederdi. İki gün sonra evlenecek olması önemli görünmüyordu bu konuda, sadece iki gün takılırlardı! Emin olun çok daha kısa ilişkileri olmuştu. Aniden kendisini topladı ve sertçe "Bunu giyme." dedi.

    "Neden?"

    "Giyme çünkü bunu giyersen kimse seni dinlemez."

    "Ne demek istiyorsun?"

    "Jack'in seni duyabilmesini istiyorum, aşkım." dedi gülümseyerek "Eğer bunu giyersen çocuk vücudundan başka şeyle pek ilgilenemeycek, bir erkek olarak bunun garantisini veririm." Kızın gülümsediğini görebiliyordu. "Hayır," diye tekrarladı, "küçük kızımın böyle dışarı çıkmasını istemiyorum."

    "Ben senin küçük kızın değilim."

    "Bir daha örümcek görürsen koş ve abajuruna sarıl o zaman!" Bu cümle yeterliydi, ancak kız başka bir şey daha denemek istiyor gibi görünmüyordu. Üzgün küçük kızlar gibi omuz silkip üçlü koltuğu koluna oturdu ve tüm o seksi kıyafetin içinde nasıl bu kadar masum göründüğünü anlamak zordu. Hans bir kız olsa bu durumda ne yapacağını düşündü, Heather'ın burda olmasını dilerdi. Ne yapılacağını ondan iyi bilen birini daha tanımıyordu. Hatta genelde kız arkadaşlarına alacağı hediyeler konusunda Heather'la mektuplaştıkları oluyordu ki inanın kız en az iç sayfa yazıyordu. Gordon onun kendisine bu kadar yazmadığını söylemişti bir keresinde. Ve birden aklına bir fikir geldi! "Eğer istersen seninle bir alışverişe çıkarım." dedi. "Beraber buluşacağınız saate kadar dolaşabiliriz, hem benim de kendime bir mont almam lazım, aradan çıkmış olur." Gülümsedi. Kızın mutluluğunun yüzüne yansıdığını görebiliyordu, bunun kendisini de mutlu ettiğini fark etti. Heather'ı bir sonraki görüşünde -büyük ihtimal bu akşam- her mektubunda "kızlar genelde onlarla alışverişe gelinmesine bayılırlar" diye eklediği için teşekkür edecekti. Belki de hiçbir şey söylememesi daha iyi olurdu çünkü Heather'a birkaç alışveriş borçluydu. Bunu düşününce şuan ona haksızlık ediyormuş gibi hissetti. Tamam, bir gün bunu fazlasıyla ödeyecekti, şimdi Natalia'ya şartını sunmalıydı. "Ama ilk önce şu ev sahibine gidip on beş dakika çay içmeliyiz."

    "On beş dakika?" İnanmadığı her halinden belliydi.

    "Öyle, umuyorum, en kötüsü ocağı açık unuttuğumuzu söyleriz?" kafasını hafifçe yana kırdı ve mırıldandı "Hadi ama aşkım." Kız kendisini onaylayıp normal bir şeyler giymek üzere bir kez daha uzaklaştığında, yeni giydiği kotun cebinden bir sigara çıkardı ve pencereye yaklaşarak ev sahibine gitmeden önce içebileceği son sigarayı yaktı.


tık:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Natalia Miloslova
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Natalia Miloslova


Lakap : Talia, Russian Girl.
Rp Sevgilisi : Ağaç kakan Woody.
Mesaj Sayısı : 203
Kayıt tarihi : 25/08/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimeC.tesi Şub. 02, 2013 4:12 am

    Kaçıncıyı denediğini bile bilmiyordu artık Natalia. Bu değil, bu da değil, bu hiç değil... Tanrım, Hans kendini Ali Ağaoğlu mu sanıyordu? Ah. Muhtemelen hayır. O nereden tanısın ki adamı?! Kızın kafası artık karman çorman olmuştu. Odası da öyle. Gerçi odası başından beri bu haldeydi düşününce. Umutsuzluğa bürünmek üzereydi Natalia artık. Giyecek çok şeyi olduğunu biliyordu; giyinmek onun en büyük ilgi alanıydı. Ama ona sorarsanız, giyecek bir şeyi yoktu. Çünkü kızların asla giyecek bir şeyleri olmaz. Son çare olarak sakladığı elbiselerinden birisini giydiğinde, ayaklarını adeta sürüyerek Hans'ın karşısında durdu. Genç adamın bakışlarının önce saçlarına ardından kıyafetine kayışını izledi sakince. Tek kaşını kaldırmış, diyeceği şeyleri bekliyordu ki; gözlerindeki o bakışı yakaladı. Erkeklerin hep kullandığı, bu kız güzelmiş bakışını. İstemsizce gülümseme oluştu dudaklarında. Hans'ın bunu yeni fark etmediğini biliyordu; yine de adamın kendisini ilk kez bu kadar derin incelediğini de öyle. "Bunu giyme." Ha? Her şeyi cevap olarak kabul edebilirdi... Olmamış, kötü durmuş, güzel, beğendim, oldu! Ama bunu giyme? Tanrı aşkına, Hans Stephenlaşıyor muydu, yoksa Natalia'ya mı öyle geliyordu? Gözlerini devirdi. "Neden?" Hans omuz silkerken gözleri kızın göğüs dekoltesinde durdu. "Giyme çünkü bunu giyersen kimse seni dinlemez," dedi bilmiş bir tavırla. Onun ne demek istediğini aşağı yukarı anladı genç kız, yine de emin olmak için aklındakini dile getirdi. "Ne demek istiyorsun?" Mavi gözleri genç adama odaklanmışken, gülümseyen genç adam sanki küçük kızına öğüt veriyormuşçasına konuşmaya başladı. "Jack'in seni duyabilmesini istiyorum, aşkım. Eğer bunu giyersen çocuk vücudundan başka şeyle pek ilgilenemeyecek, bir erkek olarak bunun garantisini veririm." Geçerli bir cevap sayılabilir miydi? Evet. On puan, Hans Landers'a. "Hayır," diye devam etti genç adam. "Küçük kızımın böyle dışarı çıkmasını istemiyorum." Peki babacağım. Peki abi. Peki anne. Natalia gözlerini yeniden devirmemek için kendisini zor tuttu. Hans'ın söylemeye çalıştıklarının özü hoştu. Yine de Natalia daima asi taraf olmak için doğmuştu. Bir topluluk bir şey yaparsa, tersini yapardı. Ve asla kendisine karışılmasından hoşlanmazdı. Elbiseler onun tutkusuydu. Yüzlerce elbisesi vardı belki, sayısından emin değildi. Uzun biçimli bacakları, dolgun göğüsleri ve ince bir beli vardı. Bu kadar cevhere sahipken, neden kendisini gizleyecekti ki? Aslında, Jack'in görmesini isteyebilirdi de. Kimi zaman Jack, elinde tuttuğu şeyin kıymetini bilmiyormuş gibi davranıyordu kızı deli edercesine. Natalia onu biliyor, onun kalbindekileri hissedebiliyordu... Ama hissetmek yeter miydi? Bunu görmesi gerekmez miydi? Hızla kafasını dağıtmak amaçlı, söylendi. "Ben senin küçük kızın değilim."

    Karşısındaki sarışın genç adam tüm çekiciliği ile kahkaha patlattı. "Bir daha örümcek görürsen koş ve abajuruna sarıl o zaman!" Hah, HAH! Bir de tehdit?! Genç kız bir şeyler daha söylemedi. Örümceklerden korkmak normaldi, tamam mı? Hele ki cadılar bayramını düşünürsek. Genç kız öncesinde böyle şeylerden korkmazdı. Natalia Miloslova, psikopat olmak için doğmuş bir insandı, neden örümceklerden korkacaktı ki? Vampirlerin dünyasına korkusuzca adım atıp, psikopatça deneyler yapmayı göze alan biriydi o. Bunu herkesten gizlese de. Derin bir nefes aldı. Yorulmuştu. Zihnen tükenmiş bile sayılabilirdi. Kolunu kaldıracak hali kalmamışken, hazırlanması gerekiyordu! Suratını büzerek üçlü koltuğun köşesine attı kendisini. Ne yapabilirdi? Tanrı aşkına, alt tarafı bir buluşmaydı! "Eğer istersen seninle bir alışverişe çıkarım. Beraber buluşacağınız saate kadar dolaşabiliriz, hem benim de kendime bir mont almam lazım, aradan çıkmış olur," dediğinde Hans, genç kız o an genç adamın hala orada olduğunu hatırladı. Kafasını öyle hızla kaldırdı ki, bir an için beyin hücrelerinin sarsıldığını bile hissetti. Bu gerçekten oluyor muydu? Hans. Bizim Hans, hani şu her tarafı dövmeli olan? Alışverişe gitmeyi mi teklif ediyordu? Genç kız suratına kocaman bir gülümseme yayılmasına engel olamadı. Yerinden kalkıp ona sarılabilirdi. Hatta yapacaktı. Tam yerinden zıpladı ki, genç adam cümlesinin devamını getirdi. "Ama ilk önce şu ev sahibine gidip on beş dakika çay içmeliyiz." Fuck you. Sixsmithsleri düşündü Talia. İki yaşlı, bunamış, kokoş, ona hayatı zehir eden kadını. "On beş dakika?" diye tekrarladı buna hiç ihtimal vermeyerek. Kadınlar asla susmazlardı. Natalia ne zaman kardeşlerden biriyle karşılaşsa, kıyafetinden başlarlardı konuşmaya... Günümüz gençlerinin ne kadar sorumsuz olduğuna gelirlerdi. Kadınlardan bir tanesi -ikisini ayırt etmeyi başaramıyordu Natalia- aşırı derecede büyük annesine benziyordu. Şaşırmayacaksınız ki; Natalia büyük annesinden nefret ederdi. Kadının pimpirikli oluşu, titizliği, her şeyi düzenli istemesi, yaptığı her şeyi eleştirmesi... Ondan nefret ediyorum diye düşündü Natalia. Ve Sixsmitshlerden de. "Öyle umuyorum, en kötüsü ocağı açık unuttuğumuzu söyleriz?" diyerek kafasını hafifçe yana eğdi ve mırıldandı genç adam. "Hadi ama aşkım." Ofladı genç kız, içerisindeki tüm havayı dışarıya verirken. Hans bunun tamam anlamına geldiğini biliyordu ki, küçük bir sevinç hareketi yaptı. Natalia ise ne suç işledim de bu günlere düştüm diye içten içe söylenerek, son bir kez bir şeyler giymek için odasına daldı.

    Odasındaki yığın o kadar korkunçtu ki, bu kılıkta gitmeyi düşündü. Sonra pencerenin koluna asılı olan şortunu gördü. Şortu, biricik, yazlık şortu... Kalın çorapla giyebilirdi, ha? Gözleri parlayarak şortuna sarıldı. Ancak bu aşk kısa sürdü. Çorabı neredeydi? Kendi etrafında üç yüz altmış derece döndükten sonra zihninde bir yıldırım çaktı. Salondaydı. Ayakkabılarını çıkarıp, yeniden geldiği yere geri dönüyordu ki burnuna gelen kokuyla olduğu yerde durdu. Duman. Damn it, ev yanıyordu! Yine nerede ateşi açık bıraktığını düşünüyordu ki, kokunun sigara kokusu olduğunu algıladı. Kaşlarını çattı. Öyle bir çatmaydı ki, o güzel kız, bir an için korkunç bir şeytana dönüştü. Ellerini beline koyarak Hans'ın üzerine doğru koşmaya başladı. Bildiğiniz, o mini elbiseyle sırtı pencereye dayalı ve kendisini görmeyecek kadar dalmış gitmiş olan genç adama doğru koşmaya başladı. Planında onun sırtına atlayıp, saçını başını yolmak vardı. Ama bu çok kız kavgası gibi olurdu. Onun yerine yavaşlamayı tercih etti. Çıplak ayaklarına yerden bir şeyler dolansa da yürümeye devam etti. En sonunda pencereye ulaştığında, sinirle delikanlının koluna çentik attı. Ahlayan Hans şaşkın bakışlarla kıza döndü. Bir saniye, yalnızca bir saniye düşündü. Sonra aldatırken basılan erkek bakışları takılarak, "Açıklayabilirim," dedi. Açıklayabilirim ile başlayan hiçbir cümleden hayır gelmez. Bunu bilen Natalia, adamın elindeki sigarayı alarak camdan aşağı attı. Ses tonu kibirliydi. "Evde sigara içmek yoktu, ha?" Gözlerinden ateş çıkıyordu genç kızın. Sigaradan nefret ediyordu. Sigaradan öldüresiye nefret ediyordu. Hayır, sebebi mugglelarla ilgili değildi. Sebebi, görülerini tetikliyor oluşuydu. Aradaki alakayı hiç çözememişti, çözmeye de çalışmamıştı. Yine de onu tanıyan herkes bilirdi ki; sigara içilen ortamlara asla girmezdi. Evinde içilmesi ise olabilecek son şeydi. Hans ona bir şey söyleyecek gibi oldu... Aslında, söyledi de. Genç kız onun söylediklerini anlamaya çalışırken gözleri karardı. Genç adamın son sözleri yankılanmaya başladı kızın zihninde. Ve birdenbire gözlerinin önünde yeniden Hans belirdi. Genç adam kendisine doğru bakıp gülümsüyordu. Hayır, bu kendisi değildi. Kendisi asla güzelim sarı saçlarını, böyle bir kızıla boyamazdı. Hele boyu? Yok artık, bu kadar kısa olacağına hobbit doğmayı tercih ederdi! "Finn nerede?" Hans'ın sesi huzurluydu. Gözlerinin içi bile gülüyordu. Gülümsedi Natalia. Onu mutlu görmek kendisini de mutlu etmişti. Yine de, Finn kimdi ki? Bir adım geriledi. Çünkü Hans'ın bakışları çaprazına kaydı. Kendi dudaklarından kelimeler döküldü, bambaşka bir ses tonunda. "Uyuyor. Melekler gibi." Bir kahkaha. Saf kötülükle barınan bir kahkaha geliyor peşi sıra. Tüyleri diken diken oluyor kızın. Arkasını dönmek istiyor ama o an Hans'ın kolları onu tutuyor. Natalia... Natalia. Genç kız gözlerini açtığında çığlık atacaktı ki Hans'ın onu sarsmakta olduğunu fark etti. Nefes alışları hızlanmıştı, soluksuzca yalnızca nefes almaya çalışıyordu. Onun gözlerine boş gözlerle bakarken, gördüklerini sindirmeye çalışıyordu. Ne anlamı olabilirdi ki? Finn, Hans değil miydi? Nasıl Hans Hans'ı sorabilirdi? O kahkaha... O kadar gerçekçiydi ki. "Natalia!" Hans'ın yanağına hafifçe vurmasıyla irkildi. Kaşlarını çattı. "Merlin'in sarkık donu adına! Bir kadına vurulmaz." Gördüklerinden sıyrılarak genç adama gülümsemeye çalıştı. Beceremedi. Hans ne olduğunu anlamamış ona öylece bakıyordu. Açıklama yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Omuz silkerek onun kollarından kurtuldu. "Bir an için içim geçti," diyerek yalan söylemeye çalıştı. Sonra tek kelime etmeden odasına doğru hızla ilerledi. Arkadan duyduğu şey Hans'ın haykırışıydı. "Kötü bir yalancısın Rus Kızı!" Kendisini yatağına attığında elleriyle saçlarını kavradı. Derin birkaç nefes aldıktan sonra kendisine geldiğine kanaat getirerek elbisesini fırlatıp attı. Şortuna mazlum bir bakış atıp, altına pantolonunu geçirdi. Üzerine bordo rengi ve üzerinde kocaman SO WHAT yazan bir sweat geçirdi. Saçlarına da eliyle çeki düzen verip, spor ayakkabılarını giydiği gibi odasından çıktı. Son bir kez daha gözlerini sıkıca kapatıp kendisine tamamen geldikten sonra tabii.

    Hans'ın kendisini odasının kapısının köşesinde beklediğini görünce, genç adamın bu kadar sevimli kendisine bakıyor oluşu üzerine gülümsedi. Kollarını açarak adama sarıldı. Yanağına bir öpücük kondurarak, "O eve gireceğimi asla düşünmezdim," dedi. Sonra kaşlarıyla kapıyı işaret ederek yürümeye başladı. Kendi evlerinden çıktıklarında asansör düğmesine bastı. Muggleların asansörleri kendilerinkinden daha farklıydı. Bakanlıktakilere göre çok daha az tehlikelilerdi belli ki. Yine de Natalia bunu kullanmazdı. Bu sefer neden böyle bir şey yaptığını kendisi de bilmiyordu. Ding sesinden sonra kapıyı açtı. Kendisini içeriye attığında Hans da içeri daldı. Bir an için bakışmalarının ardından, Natalia kat numarasını mırıldandı. Hiçbir şey olmadı. Ne yani, kızın sesini mi beğenmemişti? Tekrarladı. Yine iş yok. Kafasını kaldırıp Hans'a baktığında onun kahkahalara boğulmak üzere olduğunu fark etti. Ve beklediği kriz çok geç gelmedi. Yanda duran numaralardan birine basan genç adam, "Daha önce hiç mi kullanmadın?" diye gülerek sorduğunda omuz silkti Natalia. "Cisimlenmeyi tercih ederim," dedi sakin bir tavırla. "Ve bunu birine anlatacak olursan, kafanı kopartırım. Tıpkı deminki olay gibi. O hiç yaşanmadı, tamam mı?" Hans bunu düşünürüz bakışı attı. Gözlerinden önce bir açıklama istediği belli oluyordu. Söyleyip söylememekte tereddüt etti genç kız. Gördüğünü elbette ki söylemeyecekti, en azından bugün. Yine de, görebildiğini söylemeli miydi? O an, Hans'a güvendiğini söyledi iç sesi. Ne kaybederdi ki? Asansör -bir üst kata çıkmak için asansör kullanırsalar, elbette ki iki saniyede çıkar yukarı- durduğunda kapıyı açmak üzere kolunu uzattı ki, açmadı. Kelimeler bir seri halinde ve hızla döküldü dudaklarından. "Ben bir görücüyüm." Bu kadar kolay mıydı? Evet. Bu kadar kolaydı. Hans afallamış gibi şaşkınlıkla kendisine baktı. Onun tepki vermesine izin vermeden asansörün kapısını açtı ve içinden binlerce dua okuyarak ev sahiplerinin kapısını çaldı. Kapı açılmadan önceki son sözleri, "Burada öleceğiz aşkım," oldu. Ve kapı açıldı. Natalia'nın bilmediği şeyse, Sixsmitsh kız kardeşlerin bunu duymuş olduğu gerçeğiydi. Dakika bir, gol bir denen şey bu olsa gerekti, değil mi?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimeSalı Mart 12, 2013 10:16 am

    Aradan yalnızca iki dakika geçmiş olmalıydı ki Natalia’nın koluna attığı esaslı bir çemtik ile irkildi ve ona doğru dönerken elinde olmadan ahladı. Kızın bakışlarındaki kızgın anlatım her şeyi ortaya koyuyordu. Hans daima bir gün yakalanacağını biliyordu ancak o günün bugün olacağı konusunda hiçbir düşüncesi yoktu. Bir sessiz saniye sonra, sigarasını aşağı indirip malum bakışı takınarak “Açıklayabilirim!” diye söze girdi, lakin Natalia daha yarısı içilmiş zavallı sigarası elinden kapıp pencereden aşağı attı. “Evde sigara içmek yoktu, ha?” Kızın ateş saçan gözlerine kaçamak bir bakış attı Hans, onu daha önce hiç bu kadar ciddi görmediğini düşündü, belki asla görmeyecekti de, eğer özür dilerse. Tamam kız haklıydı, üzgün olmasa bile üzgünüm demek sorun değildi ancak kelimeler Hans’ın ağzından dökülürken Natalia artık onu işitmiyordu. Kızın kendisininkilere benzeyen mavi bakışları donuklaşmış ve tek saçma noktaya odaklanmıştı. Kesinlikle şuan buradaymış gibi görünmüyordu. Natalia’ymış gibi bile görünmüyordu. Neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu: daha önce böyle bir şey görmediğine emindi. Korktuğunu hissetti ve bu korku tamamen Natalia adınaydı. Yine de Hans telaşa kapılmadan olayı devraldı. Natalia’nın her iki omzundan sıkıca tutup sarsmaya başladı. Bir yandan var gücüyle ona sesleniyordu. “Natalia! Natalia, kendine gel! Hadi. HADİ!” Kızın donuk ifadesinin korkuyla parıldadığını gördü: neler oluyorsa, ne yaşıyorsa veya ne yapıyorsa hiç de iyi görünmüyordu. Esneyen lanetler duymuştu, zaman zaman gelip kişiyi etkisi altında bırakan. O an içinden yemin etti, eğer bu bir lanetse ve Natalia’ya bunu yapana asayla başka neler yapılabildiğini gösterecekti. Kızın mavi gözleri birden normale döndü, ancak öyle bir dönüştü ki bu Hans, elleri kolları arasındaki kızın sıçradığını fark etti. Bir süre yalnızca yaşadığını sindirmek istercesine durdu Natalia, ancak bu boş duruş Hans’ın canını acıtıyordu. “Natalia!” diye tekrarladı ve kızın kendisine gelmesi adına yanağına acıtmayacak şekilde vurdu.

    Ve bu oldukça işe yaradı.

    “Merlin’in sarkık donu adına! Bir kadına vurulmaz!” diye cevapladı kız Hans’ın gözlerine bakıp. Gülümsemeye çalıştı ancak, Hans becerebildiğini söylemezdi. Korkuyla büyümüş gözleri yavaşça küçülürken kıza soran bir bakış attı. “Bir an içim geçti.” dedi kız kaçamak bir şekilde ardından kolayca Hans’ın ellerinden kurtulup hızlı adımlarla odasına yöneldi, ancak Hans sözlerini duyduğuna emindi. “Kötü bir yalancısın Rus Kızı!”

    Ve kız odasına girdi. Durumu bu kadar alttan almasının birkaç nedeni olabilirdi.
    1)Başına ilk kez gelmiyor ve önemsemiyor.
    2)Hans’a anlatmak istemiyor.
    3)–bu ihtimal en düşük ve polyanna’ya ait olanıydı- Neler olduğunun farkında değil. Gerçekten dalıp gittiğini sanıyor, zaman kavramının farkında değil.

    ‘Hatta Natalia hiç var olmadı,’ diye düşündü Hans, ‘ben tamamen halüsinasyon görüyorum.’ Önündeki yere bırakılmış bulaşıkların üstünden atlayıp geçerken, bu düşüncenin gerçek olamayacak kadar iyimser olduğunu biliyordu. En azından rahatlamış bir şekilde gülümsedi ve tuvalete girdi. Bir kenara atılmış pantolonunun cebinden cüzdanını çıkarıp yeni pantolonun cebine yerleştirdi ve tabi, yerdeki asasını da. Ne zaman bu kadar dağınık bir insan olmuştu? Büyük ihtimal Miloslava Virüsü sandığından daha hızlı etki ediyordu. Aynaya bakıp saçını düzeltirken bir kez daha berbere ihtiyacı olduğunu düşündü. Dün aklında öldürülen berberin cesedi hala beyninin sağ loplarında kanlar içinde yatıyordu. Huzursuzca kafasını sallarken resmi kafasından silmeye çalıştı. Kendi diş fırçasını –kırmızı onunkiydi, yeşilse Natalia’nın–eline aldı ve bir parça macun sürüp fırçalamaya başladı. Fırçalarken gözü kızın diş fırçasına kaydı ve gözünü devirerek ağzındaki macunu tükürdü. Hogwarts’a başlayana kadar yeşil ile alıp veremediği yoktu aslında, ancak şuan o rengin ona hitap ettiği şey çimenlerden çok üstündeki yılanlardı. Bunu sevmiyordu. Aynaya bakarak devam etti. Sigaraya rağmen beyaz ve sağlıklı dişlere sahipti. Dişlerini birbirlerine bastırarak gözlerini kıstı ve fırçayı eğlenerek hızla aşağı yukarı hareket ettirmeye başladı. Gülerek yıkayıp ağzını çalkaladıktan sonra tekrar kendisine bir bakış attı. Kısılmış mavi gözleri dün gece konuştuğu adamı getirdi aklına gereksizce, sözleri sihirli bir şekilde hala kafasında uğulduyordu; kopuk tuhaf kelimeler, her seferinde daha iyi kavrar gibi oluyordu. Dün gece Gordon’ın yatağında sadece bu nedenle üç kez uyanmıştı.

    Tuvaleti terke edip Natalia’nın açık kapısının önünde durdu. Kız hazır sayılırdı ancak halen heyecanla bir iki şey arıyor gibiydi. Kızı izlerken gülümsedi. Ve kafasını eşiğe dayayıp onu rahatsız etmeden bekledi, kız döndüğünde Hans’ı görünce gülümsedi ve kollarını açarak genç adama sarıldı ve yanağına ufak bir öpücük kondurdu. “O eve gideceğimi asla düşünmezdim.” dedi yavaşça, ardından beraber kapıya doğru yürüyüp evi terk ettiler. Çıktıklarında kapıyı arkasından çekti ve kapı yeni bir gıcırtıyla açılmadan önce “Alohomora.” Diye mırıldandı, onlar gittikten sonra Miss Sixsmith’in kapı için tamirci çağırması gerekecekti veya bir akşam reducto uygulamalıydı. Bunu gitmeden yapacaklarına ekledi, yani iki gün içinde yapacaklarına. Natalia gideceğini bilmiyordu bile. Gitmek istemiyordu. Bunu tüm hücrelerinde hissedebiliyordu, ancak gitmek zorundaydı.

    Ufak bir Ding sesi Asansörün geldiğini haber verdi ve ikisi birlikte içeriye girdiler. Düğmelere daha yakın olduğu için Natalia’nın basabileceğini düşündü Hans, o nedenle karışmadı ancak kız hala basmıyordu. Kapılar kapandıktan sonra Natalia’nın kendisinden emin bir şekilde durup dışından kat numarası söyleyişini izledi Hans ve elinde olmadan gülmeye başladı. Hadi ilahi bir güç bizi aşağı indirsin! Bunun bir Muggle Asansörü olduğunu biri genç kıza hatırlatmalıydı, en üstten ikinci tuşa basarken halen gülüyordu “Daha önce hiç kullanmadın mı?”. Natalia omuz silkti, hiç olmamış gibi davranıyordu “Cisimlenmeyi tercih ederim.” dedi, üste çıkmaya çalışarak ardından Hans’a bir bakış attı “Ve bunu birine anlatacak olursan kafanı kopartırım. Tıpkı deminki olay gibi. O hiç yaşanmadı, tamam mı?” Deminki olay. Hans ‘bunu düşünürüz’ dercesine bir bakış attı genç kıza, sonra daha ayrıntılı konuşacaklarını hatırlatan. Asansörün dikdörtgen levhasında elektronik rakam değişti ve yeni bir Ding sesiyle alt kata vardılar. Tam kapı açılırken kelimeler Natalia’nın dudaklarından döküldü “Ben bir görücüyüm.” Evet, bu oldukça açıklayıcıydı; şaşırtıcı olan Natalia’nın, görücü olmasıydı ve Hans’ın merak etmeye başladığıysa kızın ne gördüğüydü. Sadece soracaktı, eğer başkasıyla ilgiliyse üstelemeyecekti ancak kendisiyle ilgisi varsa kızın kurtuluşu yoktu. Sormaktansa zihnefend yapmalıydı belki de? Hayır. Eğer kendisiyle ilgili değilse bu saygısızlık olurdu. Peki, o dehşet veren şey gerçekten kendisiyle ilgiliyse, gerçekten öğrenmek istiyor muydu? Bilgi çözümü getirir, bilgi önlem aldırır ancak daha fazlası geleceği bulandırır: Tılsım Kitabındaki cümlelerdi aklından geçenler. Onun bir geleceği yoktu, dün gece her şeyini çöpe atmıştı. Hala umursadığı neydi ki: onu bekleyen neyse, inanın, hazırdı. Pahalı metal kapının ardından ufak bir kilit sesi geldi, ‘Yaşlı insanlar’ diye düşündü Hans, her saniye kendilerini güvende tutmaya çalışıyorlardı. Bir Muggle. Bir kadın. Daha savunmasız olamazdı. İsterik bir şekilde gülerken Natalia’yı fark etti, kararlılıkla orda durmuştu ancak yüzünde ekşi bir ifadeyle pek duyulmayak şekilde ve ezbere –Hans’ın dua oluğunu varsaydığı– Rusça bir şeyler mırıldanıyordu, ardından Hans’a dönüp “Burada öleceğiz aşkım.” Dedi ve tam o anda Miss Sixsmith ile yüz yüze geldiler. Kesinlikle öleceklerdi.

    Miss Sixsmith mi onları gördüğüne daha az memnun olamazdı, yoksa Natalia mı, bilemiyordu Hans. Yaşlı kadının genç kıza attığı o ilk bakış ölümcüldü ancak kendisine yapılan saygısızlık sonucu ağzını açıp laf etmediği için kendisini pek bir şey yapmış saymadığı ortadaydı. Bakışlarını Natalia’dan ayırıp Hans’a baktığında bakımlı –takma– dişlerini göstererek gülümsedi. Öyle bir hızla oğlana sarıldı ki Hans’ın gözleri korkuyla açılırken zorla da olsa yaşlı kadına sarılmaya itti kendisini, kadın bir yandan konuşuyordu “Tam zamanında geldiniz, Finny!” Aslında biraz erken geldiklerini düşünse de kadının dediklerine yanıt vermedi. Kadın en sonunda Hans’ı bıraktığında her ikisini içeri davet etti. Yaşlı kadının ardından içeri girerlerken Natalia’ya gülmemesi için harika bir bakış attı, ancak daha bunu yaparken bile kızda ters etki oluşturacağının farkındaydı. Merlin’in fazla uzamış sakalları… Yalnızca iç çekti ve devam etti. “Demek aşkım ha? Daha ne kadar saklamayı düşünüyordun Finny? ‘Hayır, Miss Sixsmith, sadece arkadaşım!’ Külahıma anlat sevgili oğlum.”

    “Sizi kandırmak gibi bir niyetim yok, inanın. Aşkım.. Yalnızca bir kelime.”

    “Dalga geçmek amaçlı.” dedi Natalia, Hans’ın cümlesine ek olarak. Durumu kurtarmaya çalışıyordu ancak daha beter olamazdı. Hans ona ‘Aferin aşkım, şimdi izle ve gör.’ demek istedi. En iyisi neydi biliyor musunuz? Miss Sixsmith’in istediğini düşünmesine izin vermek ancak bir kere açıklamaya giriştiklerine göre deveye hendeği atlatmak zorundaydılar.

    “Kiminle?” dedi kadın. Sert ses tonundan alındığı belli oluyordu.

    “Tamamen benimle,” dedi Hans hızla “ben de onunla… Bu yalnızca şaka amaçlı bir sıfat.”

    Kadın bilmiş bir bakış attı “Hiç vazgeçmeyeceksin, değil mi, Finny?” dedi gülerek ve salonun kapısını açtı. Yine bildiği yolda devam ediyordu ancak en azından konuyu kapatmıştı. Hans Natalia’ya bir bakış attığında, kızında kendisine bakmakta olduğunu gördü ve kızın oynayan dudaklarını okudu; on dört dakika. Sixsmith’lerin evi çatı katı dairesinden farklı olarak üç odalıydı ve tavan ile yer arasındaki mesafede hiçbir eğim olmadığı için çok daha geniş duruyordu, bu geniş ve rahat ortamın çoğunluğunun basılabilecek yer oranının kendi evlerindekinden en az on kat fazla olmasıydı belki de. Evet , belki… Dün gece gittiği Daenerys’in evine kıyasla daha az düzenli ancak daha renkliydi. Etrafta, gözünüzün kaydığı her yerde ufak bir biblo veya tablo vardı. Salona girdiklerinde üçlü koltuğun arkasında gerçekmişcesine duran manzara resmine takıldı bir an gözü, Miss Sixsmith’in bunu fark edip gururla gülümsediğini gördü. Kadın bu ıvır zıvırla oldukça değer veriyor olmalıydı. Belki de yeterince değer vermiyordu, sonuç olarak Hans ve Natalia’yayı evine çağırmıştı. Boş görünen ikili koltuğa yan yana oturdular böylece diğer Miss Sixsmith’in kucaklamasından kurtulduğunu düşündü Hans. Şaşırtıcı bir şekilde ilk adlarını hala bilmediğini fark etti ancak karıştırmayacak kadar yüzlerini tanıyordu; bu yeterliydi. Kadının kız kardeşine seslendiğini işitebiliyordu, Hans yüzünde bir gülümseme belirdiğini fark etti. İyi, tatlı, yaşlı kadınlardı yalnızca.

    Salonun öbür ucundan bir kapı açıldı ve Miss Sixsmith –II diye düşündü Hans– bir elinde ufak bir bahçe makasıyla oradan çıktı Natalia’nın tedirginliği komiğine gidiyordu. Miss Sixsmith gülümseyerek onlarla merhabalaştı . “Evet doğru tahmin ettin genç adam!” dedi kadın “Güllerle ilgileniyordum, yeni aldıklarımı gördüğünü biliyorum, çok güzeller değil mi?”

    “Evet, güller oldukça güzeldir.” dedi Hans, pencereden görüp el salladığı kardeş o olmalıydı.

    "Ancak bunlar ithal. Benzerlerini bulman o kadar zor ki! Nasıl bulduğumuzu anlatsana Mathilda!” diyerek kız kardeşine baktı ardından ellerini yıkayıp geleceğini söyledi. Hans henüz on iki dakikaları olduğunu düşünüyordu, on iki aptal dakika… Az önceki iyimserliğini sıkıntıyla boğmuştu.

    “Ne derse desin,” dedi adı Mathilda olan, aslında biraz şişman ve kısa olan da oydu “siz ona bakmayın çocuklar.” dedi ve göz kırptı “Miranda çiçeklerini abartmayı sever. Hep böyleydi. Küçükken sokakta bir kedi yavrusu bulmuştu ve en güzel kedinin o olduğunu söyleyip duruyordu! Oysa kedinin diğerlerinden hiçbir farkı yoktu.”

    “Kapa çeneni Mathilda!” diye içerden seslendi diğeri. “Farkı göremeyen sendin.”

    “Neyse,” diye konuyu değiştirdi yaşlı kadın pratik bir şekilde ve hızını kesmeden konuşmayı sürdürdü “ah, ne kadar unutkanım hemen çaylarınızı getiriyorum. Siz ikiniz neden söylemediniz ki?” Natalia’ya ayıplar gibi bakıp mutfağa yöneldi. Natalia “On,” diye mırıldandı. “sonra gidiyoruz.” Hans kesinlikle diye onayladı onu. Kadının tavırları sinir bozucuydu; Natalia ile arasına koyduğu gerilim hattını Hans bile hissedebiliyordu. Ayrıca, kendisine olan fazla samimiyetini de.. Sinir bozucu. Natalia, Hans’ın kulağına yaklaşıp “Sübiancı.” diye mırıldandı. Kadının geri dönüşünü fark eden Hans sakin bir şekilde kafasını evet dercesine salladı ardından gülümseyerek çayı aldı ve içmeye başladılar. Kadın hiçbir şey anlamıştı ve ne Hans’ın ne de Natalia’nın umurunda olan yeni konularda konuşuyordu. Kadın konuşurken Hans porselen çay takımını inceledi; mavi işlemeler ve küçük yapraklar. Natalia'nın sürekli olarak kendi kolundaki saate baktığı fark ediyordu. Kimbilir belki de sıkılıp dövmeleri incelemeye başlamıştı, Hans buna şaşırmazdı. Ara sıra kadına kulak veriyor ve ufak mimiklerle tepki veriyordu. Natalia "Son altı." diye mırıldanırken, Miranda Sixsmith tekrar odaya girdi ve gülerek göz atıp, şen bir ses ile konuştu “Ulu Tanrım, burada oturup yaşlılar gibi çay içmekten daha iyi bir şey biliyorum, kız kardeşimden sıkılmadınız mı?” Gülümsemesinde tuhaf bir sevecenlik vardı. Ardından yaşlı suratında bilmiş bir ifade oluştu, “Pokere ne dersiniz?”


    Hans gözlerinin parıldadığını hissedebiliyordu. İronik bir şekilde şans oyunlarında daima iyiydi, pokeri çok ufakken öğrenmişti, yalnızca yedi yaşında. Bar işleten iri bir adam ve çocuk isteyen iyi bir kadın, yanlarında en uzun süre kaldığı aile oydu ve birçok şeyi öğrendiği yerde orasıydı. Ayrılmadan kısa bir süre önce adama baba demeye başladığını anımsadı, onu gerçekten severdi ve şimdi, yaşlı bayanların parasını eline alınca tüm bu sıkıcı son dokuz dakikayı unutacaktı. Cevap vermeden önce Natalia’ya baktı kız ilk kez saate bakmaktan vazgeçmiş gibiydi ve her ne kadar zihnini okumuyor olsa da aynı şeyleri düşündüğünü biliyordu. “Tabi ki,” dedi tatlı bir şekilde “ancak bir elden sonra kalkmalıyız.” Kadın gülümseyerek onaylarken Hans asıl soruyu sordu, “Bahisler?”

    Hazırlanmış masaya giderlerken Hans şakayla karışık oyunu bilip bilmediğini sordu Natalia’ya. Gelen bakışı tanıyordu. “Yenelim onları.” Dedi ve karşılıklı gülümsedikten sonra yerlerine geçtiler. Miss Sixsmith bu bakışmayı yanlış anlamış olacak ki sırıtıyordu. Adı Miranda olan pratik bir şekilde kartları karıştırdıktan desteyi kesmesi için solunda oturan Hans’a verdi, Hans nazik bir hareketle kesilen desteyi geri uzattıktan sonra, Miranda herbirine birer birer beş kâğıt dağıttı. Sonunda oda sessiz ve yoğun bir hava ile kaplandı. Mathilda’nın eli kötü olmalıydı. Miranda gülümsüyordu. Natalia duygusuzca kartlarını ayarlamış duruyordu. Hans kendi eline baktı şanslı bir el sayılmazdı ancak gülümsedi. Sanki en iyi kartlar ondaymış gibi. Yavaşça bahisler ortaya sunuldu ve oyun akmaya başladı.

    Her geçen elde şansı artıyor gibiydi. Mathilda’yı önemsediği yoktu kadının pas deyip çekilmesi an meselesiydi ancak Miranda, özellikle de Natalia sandığından daha iyi çıkmıştı. Beklediği gibi Mathilda pulları tükenmeden oyundan çekildi. Artık üç kişi kalmışlardı ve oyun iyice kızışmıştı. Cüzdanındaki tüm parayı ortaya koymuştu çünkü kaybedeceklerini düşünmüyordu bile. Ayrıca abartılacak bir miktarla da dolaşmıyordu. Oyun her ne kadar tekli oynansa da Natalia’nın her iyi hamlesinde seviniyordu; onun kazanması kendi kazancı, kendisinin kazanması da kızın kazancıydı. Bir an zihnefend yapmayı düşündü, kadın Muggle olduğu için bu adice olurdu. (Yatakhanede dönen oyunlarda zihnefend yapmayan acemi sayılırdı.) İçinden bir sesin 'hadi ama' dediğini duyuyordu, 'adil olsaydın Hufflepuff olurdun, oyunun bitmesini istiyor musun istemiyor musun?' Kadının zihnine yoğunlaştı. Kadının eli berbattı, sadece harika blöf yapıyordu. Tüm bu görüntüyle beraber kendi hamlesini de hesaplamış oldu. İfadesiz, ciddi suratını bozmadan Natalia’nın aklını okumaya çalıştı, sadece hala oynamazken ne düşündüğünü merak ediyordu. Ancak kızın aklına girmeye çalıştığında yalnızca karanlık vardı. Siyah, aynı gözlerinizi kapattığınızdaki gibi. Kız Hans’ın bunu yapacağını bilip oyunun başından beri zihnebend yapıyor olabilirdi, ama zaten ortakken bunu neden yapıyordu ki? Ardından sonsuz siyahlıkta ışıltılı kelimeler belirdi yavaşça
    What Are You Fuckin’ Doing Here F-I-N-N-Y, Get Out My Brain harfler kaybolduğunda Hans gülmemek için kendisini zor tutuyordu ardından Natalia hamlesini yaptı ve sıra Hans’a geçti. Hans bir anda tüm piyonlarını ortaya sürdü ve “Rest.” dedi. Bunun anlamı yaşlı bayan için son’du.

    Hans Miss Sixsmith'e nazikçe gülümsedi ve Sixsmith kahkahayı basarak rövanşı alacağını söyledi "Tekrar görüşeceğiz, genç adam!" tek elini umursamazca salladı "Al şu paraları." Hans pratik bir şekilde parayı toplayıp cüzdanına koyarken, bir yandan da Natalia ile ayağa kalkıp oyun ve çay için teşekkür ettiler. Yalnızca beş dakika sonra -sonunda- açık havada ve özgürdüler. Yüksek sesle konuşuyorlar, bir yandan da gülüyorlardı. Sığ bir köşe bulana kadar Muggle'lar gibi beraber yürüdüler. Güneş her ne kadar yüzünü gösterse de beyaz karlar her taraftaydı. Sığ alana girdiklerinde aynı yere cisimlenmek için Hans ile Natalia'nın elleri ilk kez birbirlerini buldu. Kızın elleri buz gibiydi. Cisimlenmeden önce Natalia'ya baktı Hans ve konuştu "Nereye gitmek istersin?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Natalia Miloslova
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Gryffindor VI. Sınıf Öğrencisi
Natalia Miloslova


Lakap : Talia, Russian Girl.
Rp Sevgilisi : Ağaç kakan Woody.
Mesaj Sayısı : 203
Kayıt tarihi : 25/08/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimePtsi Nis. 01, 2013 5:33 am

    Otuz dakika. Otuz yıl gibi geçen, otuz dakika. Natalia kadınlardan hangisinin daha korkunç olduğuna karar vermeye çalışıyordu adeta. Ama veremiyordu; iki kadın da o kadar korkunçtu ki birini seçmek diğerine haksızlık olurdu. Bu yüzden bu fikirden vazgeçip, evden çıkarken yalnızca kazandığı parayı düşündü. Alışveriş beleşe gelmişti, ha? Gülümsedi. Kadınlara yapmacık bir teşekkür ettikten sonra, onların paralarını her zaman yiyebileceğini söyleyecekti ki bunun yerine bundan zevk aldığını belirtti. Almış mıydı? Evet. Hazır paraya konmuştu. Kim zevk almazdı ki? Hans'a baktı. Kapıdan dışarıya adımlarını attıklarında sessizdiler başta. İkisi de tek kelime etmemeye kararlı gibi gözüküyorlardı ki, Natalia kıkırdadı. Başını çevirip genç adama baktığında onun da genzinden bir uğultunun yükseldiğini fark etti. Her an kahkaha atmaya hazır gözüküyordu ki, Natalia kendisini daha fazla tutamadı. Melodik kahkahaları Londra'nın boş sokaklarından birinde yankılanırken Hans da ona katıldı. İkisi de deli gibi gülüyorken Natalia kahkahalarıyla karışık bir şekilde mırıldandı. "Hayatımda kazandığım en kolay paraydı," dedi ve elindeki paraları salladı. "Daha önce hiç kendin para kazanmadın ki sen Rus Kızı.." Gerçekle yüzleşen Natalia bir saniye düşünüp dudaklarını büzdü. Ardından bunun doğru olduğuna kanaat getirdi ve gülerek yürümeye devam etti. On saniye geçmişti ki, atıldı. "Aslında bu kadar çekici bir insan olmamın avantajları var Landers." Bir an için ciddileşen Hans tek kaşını kaldırdı. "Ciddi olamazsın?" Onun tamamen farklı bir şey algıladığını fark eden genç kız kolundaki çantasıyla adamın kafasına sertçe vurdu. "Aklın hep kötü mü çalışır senin be adam?! Bu bacaklardaki potansiyeli görüyor musun?" dediği sırada bacağını Hans'ın önüne doğru uzatıp yolunu kesti ki Hans birkaç saniyelik süzüşten sonra mırıldandı. "Evet bugün pek çok kez gördüm." Duruşunu dikleştiren Natalia homurdandıktan sonra kocaman bembeyaz bir gülümsemeyle yüzünü aydınlandırdı. "Rusya'da birkaç modellik şirketiyle çalışırdım. Evden kaçmak için paraya ihtiyacım vardı. Ve ben güzel ve zeki bir kızım." Hans'ın eminim öylesindir diye mırıldandığını duyunca kafasına bir kez daha geçirip kahkaha attı. Normalde böyle şakalardan hoşlanacak biri olmasa da, Hans'a kızamıyordu genç kız, Hans ne yaparsa yapsın. Bu yüzden adamın kolunu beline dolamasına izin vererek onunla birlikte yürüdü caddedinin sonuna kadar. Köşeyi döndüklerinde hiç kimsenin olmadığı bir noktaya gelmişlerdi. Cisimlenmek için en uygun yere. Hans'ın eli Natalia'nın elini buldu o an. Kız onun sıcak elini hissettiğinde irkildi. "Nereye gitmek isterdin?" Dudağını ısırdı ve düşünüyormuş gibi davrandı Natalia. Oysa, elbette ki düşünmüyordu. Bunun cevabı çoktan belliydi. Gözünü kapattı ve Hans'ı da kendisiyle birlikte bir Cennet'e sürükledi. Dünyanın en güzel iç çamaşırlarını üreten bir Cennet'e.

    Hans gözünü açıp kendisine gelmek için çok zaman harcamadı. Oysa olduğu durumu idrak etmek için aynı performansı gösterdiği söylenemezdi. Başını geriye doğru çekip gözleriyle etrafı süzdü. Hiçbir şey anlamadığı belliydi, kadınlardan birinin bunun bir büyük bedeni var mı dediğini duyana dek. Kadının elindeki bir sütyendi. Tıpkı diğer kadınların da elindekiler gibi. Tam ağzını açacaktı ki Natalia ona bakarak küçük bir referans yaptı. "Odyssa'nın Cenneti'ne hoş geldin, Hans Landers." Hans küfür savurdu. Ve çevresindeki üç sarışın hatun kendisine dönüp baktı. Ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu adam ama etrafındaki her kadının bakışı sırayla ona dönerken bunu beceremediği açıkça belliydi. "Kural 1; bir kadın sevgilisiyle romantik bir gece geçirmeden önce ilk olarak kendisine sexy bir takım almalıdır." Bu cümle Hans için oldukça tanıdıktı, Heather'dan. Daha önce böyle bir şeylerden bahsettiğini hatırlıyordu ama başını iki yana salladı. "Kareninle seks hayatına beni dahil etmek zorunda değildin aşkım." Natalia onu duymamış gibi yaptı ve Hans'ın hala tuttuğu elini bırakmadan kırmızı takımların olduğu tarafa ilerledi. Dantellilerden birini alıp göğsüne tuttuğunda tek kaşını kaldırıp Hans'a baktı. Omuz silken Hans homurdandı, "Kırmızıyı sevmediğini sanıyordum." Kahkaha atan genç kız kafasını iki yana salladı. "Sevmiyorum ama kırmızı ateşlidir. Kırmızı dürtüleri ateşler." Hans kusuyormuş numarası yaparak elini boğazına sokarmış gibi yaptığında Natalia bu sefer çantasını kaldırıp vurmakla uğraşmadı. Sütyenin askısını kullandı, daha da yaratıcı olarak. "Bana bir sütyenle vuramazsın... Hem o senin için fazla büyük beden değil mi?" Genç kızın bakışları birdenbire değişti. "Sen cidden körsün, değil mi? Bu bana iki beden küçük!" Genç adam bir Natalia'nın göğüslerine bir de sütyene baktı. Tanrı aşkına, Natalia'nın göğüsleri cidden büyüktü! Ve hala onlara bakıyordu... Bunu idrak edince suratını buruşturarak oradan kaçmaya yeltendi. Natalia izin vermeyerek onu kendisine çekmeye çalıştı. Çekemedi; ancak durdurmaya yetmişti gücü. Onun ebatlarındaki bir kız için büyük bir başarıydı. Bir de kasları mı vardı bu kızın? Bu şoku da kaldıramazdı Hans. Derin bir iç çekti. Onun homurdanmaya devam edeceğini bilse de, kendisiyle kalacağını da biliyordu Natalia. Birkaç çeşide bakıp yorumunu sorduğunda aldığı iç çekişler hep aynıydı. Buna biraz bile olsun aldırmıyormuş gibi gözüken genç kız Hans'ın eline üç çeşit sütyeni tutuşturduktan sonra birisini denemek için kabinlere gitmişti ki, orada öylece kalakalan Hans kendisini izlemekte olan kadınlardan birine başıyla bir selam verdi. Onun o haline hala gülmekte olan Natalia gözlerini devirerek kabinlerden birisine ilerledi. Boş olup olmadığından emin değildi, zira perde çekik olmasına rağmen en ufak bir hareketlenme varmış gibi durmuyordu. "Pardon," diye mırıldandığı an perde açıldı ve neredeyse içeriden çıkan kişiyle burun buruna geldi Natalia. Sarışın saçları, dolgun dudakları, uzun boyu, mavi gözleri, şişkin göğüsleri... Ve üzerinde yalnızca sütyeni. "Marcella.." diye mırıldandı Natalia içtenlikle. Kızla yalnızca altı saniye süren bakışmalarının ardından birbirlerine gülerek sarıldılar. Normal bir şey olabilirdi. Eğer Marcella'nın üst kısmında sadece sütyen olmasaydı. Evet. O zaman her şey daha normal olurdu.

    Natalia geri çekilip mavi saten kumaşa baktı. "Güzel seçim," diyerek elindekini gösterdi. Sütyeni eline alıp inceleyen Marcella, küçük bir sessizliğin ardından homurdandı. "Önce ben görmeliydim." Aldığı tepki üzerine gülümsedi Natalia. Birkaç insanın onları süzdüğünün farkındaydı. Pekala okuldan olan birkaç kişinin. Herkes Marcella'nın hiçbir kızdan hoşlanmadığını bilirdi, hem de hiçbir kızdan. Celia hariç. Oysa bilmedikleri, Natalia ile Marcella'nın aslında iyi arkadaş olduklarıydı. İki kız bir arada dünyayı dahi ele geçirebilecek güce sahip oluyorlardı zira. Sıradan kulüp toplantılarından birinde başlamıştı hepsi kızların deli gibi sarhoş olmalarıyla. O konuşmayı asla unutmazdı gecenin tüm çakır keyifliğine rağmen Talia. İşin özü, Marcella'dan hoşlanırdı. Kız kaltağın tekiydi ve bununla gurur duyuyordu. Natalia için takdire şayan bir özellikti bu. Kızın çıktığı kabine girdiği anda üzerini çıkarırken, "Belli ki bu gece iki erkek gecesini güzel geçirecek," dedi üzerindekini askıya asarak. "Slytherin çocuğunu yatağa atmaya mı karar verdin?" Bu düşünceye gülümsedi Natalia'nın perdeyi açmasını beklerken. Kendisine üzerindekinin çok yakıştığını söyleyen görevli kadına pis bir bakış attı Marcella. Tek kelime cevap dahi vermedi ve homurdandı. "Geç bile kaldık bana sorarsan. Peki ya sen? Şanslı kişi kim?" Marcella kendi kendine gülümsedi. İşin aslı, şanslı kişinin bundan henüz haberi yoktu. Genç kızın planı ona tamamen bir sürpriz yapmaktı. Güzel bir sürpriz, diye düşündü içten içe. Neden bu kadar geç idrak ettiğini bilmiyordu ya da neden bu kadar beklediğini... Belki Holden'ın ondan hoşlanmayışıydı nedeni. Belki Cadılar Bayramı'nda olanlar. Bilmiyordu; ancak gördükleri yetmişti Marcella'ya. Ve o erkeğini kaybettiğinin farkındaydı. Böyle bir şey onun sözlüğünde yoktu. "Bir Gryffindor, oldukça sexy olanlarından," diye fısıldadı. Natalia bir an perdeyi açıverdi. Gözlerindeki şok ifadesini gören Marcella kahkaha attı. "Bunu almalısın, Karenin deliye dönecek," dedi. Bundan emin olan Natalia'nın ilgilendiği kısım bu değildi. Marcella'nın ilk kez bir erkek hakkında konuşurken gözlerinin parıldadığını görüyordu. Son iki yıldır tek konuştukları şeyin erkekler olduğu düşünülürse... Pekala bu büyük bir olaydı. Ve Gryffindor muydu? Kaşlarını çatarak Marcella'ya baktı. "Ve adı?" Gözlerini kısarak kızın dolgun dudaklarından çıkacak olan tek kelimeyi bekledi Rus kızı. Ancak emellerine ulaşamadı.

    "Daha fazla orada bana yiyecek gibi bakan kadınların yanında duramazdım aşkım, bu yaptığın..." Hans, Marcella'yı görmedi. Kızın arkası dönük olduğundan onu herhangi bir kız zannetmişti. Çünkü ilgilendiği daha önemli bir şey vardı. Natalia üzerinde sütyenle dikiliyordu! "Ah... NEIN!" Buraya girmemesi gerektiğini biliyordu. Ne yapacağına karar vermeye çalışıp geri adım attığında, işler daha da karmaşıklaştı. Görevli olduğunu düşündüğü sarışın kadın döndü. Hans neredeyse küçük dilini yutuyordu. Marcella. VE O DA YALNIZCA SÜTYENLİYDİ. Hans belki içeriye söverek girdiğinde Marcella'nın surat ifadesini görmemiş olabilirdi ancak; Natalia Miloslova ne gördüğünü çok iyi biliyordu. Çok çok iyi. Şaşkınlıkla bakakalmıştı. Ondan şaşkın biri varsa o da Landers'ın kendisiydi. Ağzı zaten açık olan adamın ağzı mümkünü varmış gibi biraz daha açıldı. Kadınların sütyen giyme toplantısının içine düşmüş gibiydi... Ve Tanrı yardımcısı olsun Marcella'nın kendisine yönelmiş bakışları korkunçtu. Gerçekten korkunç. Aklı karışmış gözüküyordu ki, Hans'ın gözleri onun göğüslerine kaydı. Ve eğer Natalia doğru söylüyorsa... Marcella bu gece yatağına bir adamı atacaktı! Ve Hans günler içinde evlenecekti. Tabii bunları Hans'ın düşünmesi lazım; zira Natalia bunları düşünemezdi ki?! Yazması çok eğlenceli olsa da, hayır, bunları Hans düşünmeliydi. "Kahretsin Hans, buraya girerken aklından ne geçiyordu ki!" Hans beni buraya sen soktun diyecekti ki dilini ısırdı. Natalia utanmış görünüyormuş gibi durmasa da şaşkın gözüküyordu. Zira Hans'ın suratının kasıldığını fark etmişti. Yoksa... Boğazını temizledi. Bu durumda ne diyebilirdi, Tanrı aşkına?! Şüphelerinin doğru olup olmadığından bile emin değildi! "Siz ikiniz..." Bir Marcella'ya bir Natalia'ya baktı. Böyle bir şeyin imkanı yoktu, değil mi? Marcella hiçbir kızla gülüşemezdi. Ve Hans ismi kadar emindi ki o ikisi o içeriye girmeden önce gülüşüyorlardı. "Uzun hikaye. Ve belli ki.. Sizinki de öyle." Marcella da Hans da aynı anda Natalia'ya baktılar. Genç kız perdeyi çekip kabine çekildiğinde, onların yüzüne bakmaktan kurtulmuş olmanın verdiği rahatlıkla sırtını duvara yasladı. Cevap vermediği sürece ağzını açmış sessiz çığlıklar atmış, ellerini havaya kaldırıp Tanrı'ya saçma sapan sorular sormuş, kafasını duvara vurmayı denemişti. En sonunda ise gayet sakin bir ses tonuyla, "Marcella.." diye mırıldandı. Marcella cevap vermedi. Natalia ise devam etti. "Oydu, değil mi?" Kız tekrar cevap vermedi; Hans ise yalnızca aklı karışmış bir şekilde baktı. Oradan çıktığında Natalia, hepsi yeniden üzerinde bir şeyler olmasından memnun gözüküyorlardı. Marcella da onun peşi sıra girdi kabine sessizliğini koruyarak. Natalia'nın tek yaptığı ise Hans'ı kolundan tutup güvenli bir mesafeye çekmek oldu. "Bana burada ne halt döndüğünü açıklıyorsun... Şimdi!"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimePaz Mayıs 12, 2013 9:06 am

    Sorusunun ardından hızla karlı sokaktan uzaklaştılar. Her geçen saniye Natalia'nın elinden dalgalanan güç ile ortam dalgalanıyor ve bambaşka bir yere dönüşüyordu. Gözlerini kapattı ve cisimlenmenin tatlı hissini damarlarında hissetti. Bu, cisimlenmek, kendisine tuhaf bir zevk veriyordu; bazense umurunda bile olmuyordu. Ancak şuan her küçük anın tadını çıkarabileceği bir gündeydi; resmi olarak son özgür günlerinin birinde. Evliliğin kendisini ne derece kısıtlayacağından emin değildi ancak bugün veya şuan olduğu gibi olmayacağını düşünüyordu ve basit şeylere odaklanmak gerekirse asıl düşündüğü büyük bir mağazaya çıkacaklarıydı: bir büyücü mekânı olacağını sanıyordu, çünkü Natalia'nın Muggle dünyasıyla ne derece ilgili olduğu şüpheye gerek duyurmaksızın ortadaydı ve cevap koca bir sıfırdı Hans'ın gözünde. Tekrar adımlarını sağlam bir şekilde yerde hissettiğinde yavaşça gözlerini araladı. Pembe. Hatta gereğinden fazla pembe. Hayır, burası görmeyi umduğu yerlerden hiçbiri değildi. Başını geriye çekip çevreyi süzdü bir an ve ardından sihirli kelimeleri duydu "Bunun bir büyük bedeni var mı?"

    Sesin sahibinin kastettiği şey ise bir sutyendi. Mağazanın dört bir yanını sarmış olan şey de öyle! Tam Natalia'ya dönüp onu nasıl bir cehenneme getirdiğini soracaktı ki genç kız gülümseyerek sözü devraldı "Odyssa'nın Cenneti'ne hoş geldin, Hans Landers." Şaka yapıyor olmalıydı. Elinde olmadan bir küfür savurdu genç adam ve kendisine dönen birkaç kafanın kendisine kınarcasına baktığını hissetti. Hayır, kınarca bakmıyorlar, ciddi ciddi bakıyorlardı. Süzerek. Bu sözde cennete düşmüş tek erkek kendisi olmalıydı. Öyle olmamasını umdu. "Kural 1; bir kadın sevgilisiyle romantik bir gece geçirmeden önce ilk olarak kendisine seksi bir takım almalıdır." Evet bu sözlere aşinaydı ve bunu uygulayan kadınlara da minnettardı ancak kız kardeşi gibi gördüğü biri için bu kuralın uygulanmasına yardım etmek? Hayır, bu Hans için bile ilkti ve, sizi temin ederim, hoş bir his değildi. Böyle bir alışverişe sevgilisiyle çıkmayı yeğlerdi. Hatta çok da eğlenebilirlerdi, ancak Natalia ile? Oh God... Kafasını iki yana salladı ve "Jack'le seks hayatına beni dahil etmek zorunda değildin aşkım." diye mırıldandı kızın peşi sıra adımlarını sürdürürken. Hala el elelerdi ve bu Natalia'nın istediği yöne sürüklenmesini kolaylaştırıyordu belki de. Kız onun sözlerini duymuşsa da umursamamıştı. Peki, şimdi neredeydiler? Kırmızı takımların olduğu bölümde. 'Çok seksi, aşkım.' diye geçirdi içinden Hans ancak kızı öyle hayal etmekten çekindi. Ardından Natalia dantelli bir sutyeni havaya kaldırıp incelemeye koyuldu ve nasıl olduğunu sorarcasına Hans'a baktı. Hans sutyeni bir an süzdükten sonra "Kırmızıyı sevmediğini sanıyordum." dedi Hans ve kız onu içten bir gülüşle yanıtladı "Sevmiyorum ama kırmızı ateşlidir. Kırmızı dürtüleri ateşler." Hans kelimeler üzerine yüzünü buruşturup kusuyormuş taklidi yaptı ve Natalia onu şaşırtmayarak elindeki ilk nesne ile ona vurmaya başladı. Ancak bu seferki nesne her zamankilerden farklıydı. Hans gülerek kendisini korumaya çalışırken "Bana bir sutyenle vuramazsın!" diye bağırdı "Hem o senin için fazla büyük beden değil mi?" Genç kızın bakışları birdenbire değişti. "Sen cidden körsün, değil mi? Bu bana iki beden küçük!" Hans'ın gözleri istemsiz olarak kızın iri göğüslerine kaydı bir an ve bu kez Natalia gerçekten haklıydı. Beraber yaşadıkları aylar boyunca –yarım saat kadar önce kız, o seksi elbisenin içindeyken bile– kızın vücuduna gerçekten alıcı gözle bakmaması kendisini şaşırttı bir an ancak bunu ne kadar iyi niyetli olduğu gibi bir sonuca vardıramadı. Natalia her ne kadar güzel olursa olsun başlarda ona o gözle bakması aynı evde de yaşamalarından ötürü olayı kolayca sevgili pozisyonuna kaydırırdı ve bu uzun bir ilişkiye rahatça dönüşebilirdi. Beraber tatlı bir çift olup Miss Sixsmith'leri mutlu edebilirlerdi ancak Hans gerçekten Natalia'yı kız kardeşinden farklı olarak göremiyor ve zaten uzun bir ilişki de aramıyordu. Bunun nedenini ise içten içe biliyordu: Marcella. Kız ile birbirlerinin küçük kaçamaklarını, bir iki haftalık sevgililerini görmezden gelebiliyorlardı. Sonuç olarak daima birbirlerine döneceklerini biliyorlardı çünkü. Ancak eğer uzun bir ilişkiye başlarsa bu her iki tarafı da aldatmak olurdu. Dışarıdan bakan birinin kendi durumunu ne derece anlayabileceğini bilmiyordu ancak bir zamanlar Krystelle'ı düşündüğü her an Marcella ile öpüşürken bile vicdan azabı duyuyordu. Ve, şimdi de evlenme kararı almıştı. Keşke içine ettiği tek hayat kendisininki olsaydı. Belki Marcella kaldığı yerden devam ederdi, umursamazdı bile. Bunun kendi kalbini kıracağını bilse bile öyle olmasını istiyordu: bu kızın üzülmesinden çok daha iyiydi. Evet. Bunlar yalnızca aklından geçiyordu, gitmek istiyormuş gibi geriye doğru Adım attı ancak kızın kendisini çekmesi üzerine durmak zorunda kaldı. Acısız bir ölüm istiyordu. Genç kızın kendisine gösterdiği her yeni takımda ifadesi neredeyse hep aynı oluyordu. Nasıl bir tepki verebilirdi ki?! Ancak Natalia inatla devam ediyordu, en sonunda bi' kaç tanesini kendi kucağında buldu ve şaşkınlıkla öylece kalakaldı. Natalia gülüşünü gizlemeden eline aldığı başka bir takımla kabinlere ilerleyip onu yalnız bırakırken yakınlarda hoş sayılabilecek bir kadının kendisine gülümsediğini görebiliyordu ancak bu gülüşün anlamını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Yine de gözlerini kısarak kadına başıyla kısa bir selam verdi ve başından savarcasına gülümsedi, bu kadının kendi işine dönmesi için yeterli olmuştu.

    Natalia tamamen gözden kaybolduğunda eline bıraktığı takımları tek kaşını kaldırarak incelemeye koyuldu Hans. Birincisi fazla gösterişliydi ve... Cidden, normal hayatta giyilebilecek türden gibi değildi. Yutkunarak diğerine baktı, bu koyu yeşildi ve kumaşı parıldıyordu. Gözlerini devirip diğerine geçti. Bu takım hoştu. Aslında gerçekten her hangi bir kız üzerinde düşününce fena durmuyordu hiçbiri. Aslında onlar olmadan düşününce de fena durmuyordu. Arkasından birinin kendisine "Yardımcı olabilir miyim?" dediğini işitti birden. ‘Hayır.’ Dönüp baktığında mağaza görevlilerinden biri ile göz göze geldi; yirmili yaşlarında sıradan bir kızdı bu ancak ışıltılı bir gülümsemesi vardı. Hans da ona kısaca gülümseyerek karşılık verdi ve yardıma ihtiyacı olmadığını söyledi kibarca ancak kız devam edip Hans’ın elindeki modellerle ilgili birkaç şey söyledikten sonra Hans’ın gerçekten umursamadığını fark edince umudunu kaybedip gitti. Shane yanında olsa o kızın öylece gitmesine izin verdiği için kendisine güzelce söveceğini biliyordu ancak umurunda bile değildi.

    Orada bekleyişi birkaç dakika daha sürdü, arkasındaki bir kızın bariz şekilde dövmelerini kavramaya çalıştığını sezebiliyordu ve çevredeki diğerleri de kaçamak bakışlar ile kendisini süzmeye devam ediyordu. Bu onu normalde rahatsız edecek şeyler listesinde bile yoktu ancak bakışların çoğu onu neresinden yemeye başlayacağını düşünen bir grup şişman kadına ait olunca ayağının üzerinde sabırsızca sekmeye başladı. Mağazada okuldan olan birkaç kişiyi de fark etti ve basitçe merhabalaştı. Ardından sakin gibi görünen adımlarla kabinlerin olduğu bölüme girdi, Natalia’nın biriyle gülüştüğünü duyabiliyordu. Hans yüksek sesle konuşmaya başladı. "Daha fazla orada bana yiyecek gibi bakan kadınların yanında duramazdım aşkım, bu yaptığın..." Bir anda gördüğü manzara Natalia’nın sadece göğüslerinin yüzde yirmi beşini kapsayan bir sutyenle durduğu haliydi. Refleks gibi “Ah, NEIN!” diye bağırdı ve bakışlarını farklı bir yere odaklamaya çalıştı. Oysa buraya girerken, ne bekliyordu ki? Natalia ve küçük ikizlerinin kabinin içinde olmasını bekliyordu tabi ki. Dışarıda beklemeye karar verip vazgeçerek geri adım attığında Natalia’nın önündeki sarışın bayan birden arkasını döndü ve Hans’a baktı. Kendisine bir saniye önce yöneltilen açık mavi bakışlar Hans’ın adımlarını durdurdu ve şaşkınlıkla bakakalmasına neden oldu. Marcella. Boğazının düğümlendiğini hissediyordu öyle ki tek bir kelime bile etmedi. Aynı Marcella’nın da yaptığı gibi. Kızın buz mavisi bakışlarındaki sert anlatım bile tek başına Hans’ın kalp atışının hızlanmasına neden oluyordu. Neydi bu anlatımın sebebi, Natalia’ya ‘aşkım’ demesi mi? Sanmıyordu. Kızın üzerindeyse güzel bir sutyen vardı, sutyenin ne kadar güzel olduğuna emin değildi ancak Marcella her zamanki gibiydi. Belki daha da güzel... "Kahretsin Hans, buraya girerken aklından ne geçiyordu ki!" dedi Natalia, Marcella ile genç adam arasındaki gerilimi fark etmemiş gibi. Gerilim demişken, Natalia demin Marcella ile mi gülüşüyordu? İhtimal vermekte zorlandı çünkü Marcella’nın Celia haricinde diğer kızlarla pek samimi olduğuna hiç tanık olmamıştı. “Siz ikiniz..” diye başladı soru sormak üzere ancak Natalia devamını anlayarak hızla lafı devraldı "Uzun hikaye. Ve belli ki.. Sizinki de öyle." ona kötücül bir bakış attı. Marcella ile aynı anda. Ve genç kız hızla arkasını dönüp kabine girdi. Marcella ile yalnız kalmış gibiydi çevredeki diğer insanları saymazsa, ancak kız tek bir kelime dahi etmiyordu. Kendisine dahi bakmıyordu. İçeriden Natalia’nın seslenişi geldi sadece Marcella’ya söylenen “Oydu, değil mi?” Natalia’nın neyden bahsettiğini pek anlamasa da Marcella en ufak bir tepki bile vermedi. Hans onun bu ifadesiz hallerine alışıktı, kendine has bir maskesi vardı genç kızın istediği zaman hislerini gizleyebildiği ve çevresindekilerin yaklaşamayacağı bir duvar ördüğü. Ancak Marcella ile o savaş duvarlarını aşmışlardı, değil mi? Yaptırdığı barış dövmesi değil miydi beraberliklerinin sembolü, o zaman, şimdi neden tekrar ona ulaşamıyordu? Çünkü artık gizlediği şeyler vardı. Duvarı koyan kendisiydi, istese pekâlâ tutardı tekrar elini ve konuşurdu sessizliği katlederek ancak şuan tüm vücudunu ele geçirip durmasına neden olan bir neden vardı. Natalia sonunda giyinik bir şekilde oradan çıktığında Marcella hızla kabine girdi ve Hans, Natalia’nın kendisini uzak bir köşeye çekmesine razı oldu. “Burada ne halt döndüğünü bana anlatacak mısın?” diye konuştu genç kız, sesindeki merakı anlamamak için sağır olmak gerekirdi. Peki, anlatmalı mıydı? Bu ilişkiyi aylardır herkesten gizlerken hem de… Sahi, kaç ay olmuştu? Altı? Yedi? Aklında tarih belirdi ve kabaca hesapladı; geçen yıl nisanda ilk kez çıkmışlardı, bunu unutamazdı, şuan ise neredeyse şubata geliyorlardı. On ay mı? Cidden, kesinlikle on koca ay. Rakama kendisi dahi inanamıyordu ve tüm bu süre boyunca bir kere olsun onun ellerinden tutup okulda gezinmemişti; Marcella öyle bir kız değildi. Natalia’nın meraklı bakışları karşısında yutkundu ve kıza “Tamam.” dedi dişlerinin arasından, Natalia’ya anlatmakta sakınca görmüyordu ama Marcella’nın kızla ilişkisine göre, söylemeden önce belki de Marcella’ya sormalıydı. ‘Evleniyorsun.’ diye hatırlattı kendisine, artık ‘Marcella ve o’ diye bir şey kalacak mıydı ki anlatması için danışması gereksin? İçinin ürperdiğini hissetti ancak olabildiğince sakin bir tonda “Şuan değil, eve döndüğümüzde her şeyi anlatırım, söz.” diye ekledi. “Ve sen de bana anlatacaksın, Marcella ile oldukça samimisiniz?” Natalia’nın sen söylemezsen asla dercesine kalkan kaşına baktı ve eve kadar bilgi alma umudunu kesti veya Marcella yanlarından ayrılana kadar.


    “Peki… Beğendin mi? Onu mu alıyorsun?” dedi sutyeni kastederek ki kızın beğenmiş olmasını umuyordu, daha fazla bu mağazada takılası yoktu. Kız evet dercesine kafasını aşağı yukarı salladı suratında hoş bir gülümseme vardı. Hans da gülümsedi ona tekrar kabinlere doğru yaklaşırlarken “Acaba Jack beğenecek mi?” dedi kızı sinir etmek için ancak Natalia’nın hemen cevap vermemesi kızın korktuğunu hissettirdi Hans’a ve kafasını sağa yatırdı hafifçe ve soruyu sormadan önce zevkle parıldayan mavi gözlerini kıstı “Aşkım, korkuyor musun?”

    “Kapa çeneni.” Görev 1: Natalia’yı gıcık etmek. Halledildi *tik*

    Gülümseyişi yüzüne yayıldı ve “Eğer Jack seni beğenmezse eşcinseldir.” dedi. Jack hakkında adı dışında hiçbir şey bilmemesine rağmen bu tezi öne sürerken ciddiydi. “veya salağın tekidir. Ki her iki durumda da yanında bulunmamasını tercih ederim, ama düşünüyorum ki benim küçük kızımın seçtiği bir erkek salak değildir.” Kızın kendi cümleleri karşısında mutlu olduğunu ayrıca biraz şaşırdığını görebiliyordu, onu daha fazla şaşırtmaya içi el vermedi. “Bu durumda, sonuç olarak, eğer seni beğenmezse Jack eşcinseldir.” Natalia gülerek Hans’ın kucağından aldığı bir diğer sutyenle kafasına vurdu ancak can acıtıcı darbeler değildi bunlar. Gülerlerken seslerine başka bir gülüşün daha katıldığını farketti. Marcella kabinden çıkmış ve ikisini izleyerek gülüyordu ve büyük ihtimal son konuşmayı da duymuştu, tabi Hans bundan emin olamadı ancak Marcella’ya baktı Natalia kendisine vurmaya devam ederken. Kız ile gözleri buluştuğunda Marcella kendisine gülümsedi, son zamanlarda kızdan aldığı en içten gülücüktü bu.

    Onu rahat bırak, seni kaltak!” dedi ses tonundan şaka ile konuştuğu belli oluyordu. Natalia onun varlığını yeni farketmiş gibi sağa bakınca Hans elindeki iki sutyenden birini kaptı ve Marcella’ya attı tutması için ardından bağırdı “Saldır!” diye ve Natalia’ya vurmaya başladılar. “İkiye bir, bu adil değil!” diye bağırırken genç kız elindeki sutyeni rastgele savuruyordu. Öyle eğleniyorlardı ki Hans mağazadan atılacaklarını düşündü. “Bana bir sutyenle vuramazsınız!”

    “O benim repliğim!” diye karşılık verdi Hans gülerek. Neredeyse bir iki dakika sonra herhangi bir görevli onlara bağırmadan önce savaşı bitirip yalnızca kasaya doğru yürümeye koyuldular. Herbirinin suratında halen bir gülüş vardı ve çevredeki diğer insanların onlara bakışı hiçbiri için problem gibi durmuyordu. Hans sağ tarafta, Marcella ise solda ve Natalia da tam ortalarındaydı! Hans hoş bir bakışla Marcella’ya döndüğünde kızın kendisine bakıyor olduğunu gördü. Hem de Natalia oradayken! Natalia’nın kabinden sorduğu “Oydu değil mi?” sorusunu hatırladı, ‘O’ kendisiydi elbette ve o zaman kız hareketleriyle çoktan Natalia’ya “Evet oydu.” dememiş miydi? Natalia’yı en sağda bırakarak ortaya girdi ve yürürken Marcella’nın belini sardı sol koluyla. Kızın sıcaklığını hissederken, dün olanlardan veya iki gün sonra olacaklardan kızın bugün haberi olmayacağına dair bir karar aldı içten içe, çünkü ne onun gülümsemesini soldurabilirdi ne de kendisi dayanabilirdi. Son bir kez daha diye düşündü ve kızın dudağına küçük bir öpücük kondurdu. “Seni özledim Marcella.”

la:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcella Oswald
Ravenclaw VI. Sınıf Öğrencisi
Ravenclaw VI. Sınıf Öğrencisi
Marcella Oswald


Lakap : Ella.
Rp Sevgilisi : Gabe.
Mesaj Sayısı : 223
Kayıt tarihi : 05/08/12

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue99/100My Love. Empty_bar_bleue  (99/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimePtsi Tem. 01, 2013 3:57 am



    Kabinin içerisine kendisini nasıl attığını bilmiyordu Marcella. Kalbi küt küt atıyordu ve kız sesin kabinin dışına kadar gidemeyeceğinden emin olmasa büyüyle kalbini dahi durdurabilirdi! Sırtını duvara dayadı ve olduğu yerde çömeldi. Böyle tesadüfler için çok fazlaydı her şey... Çok tehlikeli belki de. Hans'ı bu zamana kadar sır gibi saklamıştı en derin köşelerinde. Natalia'dansa hiç kimsenin haberi yoktu, müthiş aileleri dışında. İkisi de genç kızın gizli defterlerinin içindeki gizli isimlerdi, nasıl bir tesadüftü bu? Kaşlarını çattı. İkisinin aynı evde yaşadığını biliyordu ancak Natalia'nın buraya Hans'la gelebilecek kadar uçuk olduğunu hiç düşünmemişti. Nefesini kontrol etmeye çalıştı bir süre. Kalp atışları normale döndüğünde ayağa kalktı, üzerini çıkarttı. Kendi kıyafetlerinin içerisine girdiğinde kuşkularını bir kenara atarak gülümsedi. İkisine de güveniyordu; bu yüzden belki de bazı sırları açıklamanın vakti gelmişti. Kapıyı iteleyerek görevli kızın kıskanç bakışlarıyla göz göze geldi. Pis pis sırıtan Ella, gözlerini devirmekle yetindi ve ilerledi kasaya doğru. O an, hiç beklemediği bir manzara ile karşılaştı ki duraksadı olduğu yerde. Bu gerçekten yaşanıyor muydu, yoksa vücudu yalana o kadar bağımlı hale gelmişti ve gözleri bile ona yalan mı söylüyordu? Etrafındaki insanların garipseyen bakışlarını yakaladı. Tanrım, bu gerçekten yaşanıyordu. Ne yapması gerektiğine emin olamadan Natalia’nın Hans’ın kafasına geçirdiği kaliteli sutyene bakıp, sutyen için küçük bir dua mırıldandı. Bu savaşın ne üzerine başladığını kaçırmıştı ancak her ne ise, Hans’ın afacan bir çocuk gibi sırıtmasından belliydi ki, hayırlı bir şey değildi. Gerçi sözü geçen kişi Hans’tı, kim ondan hayırlı bir şeyler beklerdi ki?

    Bir an için yargılamayı bırakarak ortama ayak uydurdu Marcella ve kendisini gülerken buldu. Bu mağazada böyle bir şeyler daha önce hiç yaşanmış olmamalıydı, zira duvarların bile bön bön baktığına yemin edebilirdi genç kız. Kahkahası çok geçmeden yayıldı ve yanlarına doğru ilerledi, Hans’la göz göze geldiği küçük bir saniyenin ardından. Yanlarına adımını attığı anda araya girdi. “Onu rahat bırak, seni kaltak!” Natalia kaltak mıydı? Evet kaltaktı. Bu durumda, Marcella’nın en sevdiği kaltak oydu ve bununla yaşayabilirdi. Gülerek onlara bakarken delikanlının kendisine attığı sutyeni kaparak kızın kafasına geçirdi. Güzel bir atış olmuştu, Natalia’nın ciyaklamasından dahi belliydi bu. “İkiye bir, bu adil değil! Bana sutyenle vuramazsınız!” Adil olsaydık Hufflepuff olurduk diye geçirdi Marcella içinden ve bu defa daha da isabetli vurdu. “O benim repliğim!” Araya giren Hans’a kaydırdı gözlerini ve her ne kadar eğleniyor olsa da, iki dakika içerisinde buna bir son verdi. Diğer ikili de ona katılmakta gecikmediler, neyse ki. Buradan kovulmak Marcella’nın isteyeceği son şey olurdu. Malum, böyle kaliteli mağazalar her gün bulunmuyordu.

    Gülümseyerek Natalia’nın ortalarına geçmesine izin verdi. Genç kız iki koluna onları almaktan bir hayli memnun, kasaya ilerlemeye başladı. Ayakları onu götürürken istemsizce bakışlarını delikanlıya kaydırdı Ella. Tam o an bunu hissetmiş gibi onun da bakışları kendisine yöneldi. İçinde garip bir hareketlilik hissetti Marcella, bu defa tam midesinde. Böyle şeyler ona pek sık olmazdı; bu yüzden bunu gülümsemeyle kapatmayı denedi. Hans ise onu daha fazla sıkıştırmak istercesine ortaya geçerek, elini Marcella’nın beline doladı. Bu hissi seviyordu genç kız. Birisine ait olma fikrinden nefret eder, başkasının kollamasına ihtiyacı olmadığını düşünürdü ama değer verdiği birinin kolu daima onu huzurlu hissettiriyordu. Ve huzur, Marcella Oswald’ın hayatındaki en büyük eksik parçaydı. Başını hafifçe Hans’a dayadığı an, genç adam ani bir hareketle onun gülümsemekle meşgul olan dudağına öpücük kondurup mırıldandı. “Seni özledim Marcella.” Artık Natalia’dan çekindiği yoktu kızın, oğlanın da olmadığı belliydi. Söyleme kararını zaten almıştı; hem almasa da Natalia bunu anlayacak kadar tanıyordu ikisini de. İkiliye baktı ve gözlerini devirdi. Ardından kasayı işaret edip oraya gittiğinde, ne Marcella ne de Hans onun yokluğunu fark etmemişti. Çünkü birbirlerine bakıyorlar, kelimeleri dile getirmeden gözleriyle anlaşıyorlardı. Hans’ın bilmediği o kadar çok şey vardı ki kızın hayatında, kendisini suçlu hissediyordu kimi zaman ona bakarken genç kız. Hans onu tanıyordu; fakat ne kadar? Büyük bir kara delik gibiydi Marcella dışarıdan. İçine çekildikçe kaybolurdu, hakkında söylenen milyon tane şey vardı. Kimse hangisinin doğru olduğunu asla bilemezdi. “Seni özledim Hansey.” Adamın eline kaydırdı gözlerini ve parmaklarını parmaklarının arasına geçirdi. Sıktı kavradığı eli uzun bir süre ve bakışlarını yeniden kendisinden uzun olan adamın suratına kaydırdı. “Bu aralar bulunmazı oynamayı seviyorsun ancak ikimiz de biliyoruz ki,” dedi ve elinde tuttuğu sutyeni cilveli bir ifade ile havada salladı. “Buna asla hayır diyemezsin.” Suratı tamamen adamınkine dönüktü ve onun çenesine küçük bir öpücük kondurdu. “Benim küçük yaramazım.” Bahsi geçenin kim olduğu gayet belliydi, çünkü Marcella tüm vücudunu Hans’ınkine dayadı ve adamın bedeninde Marcella’yı hissetmesine izin verdi. Sonra gülerek geri çekildi. Elini ise çekmedi ve sıkıca tutmaya devam etti.  Tam o sırada bir boğaz temizleme sesi geldi. Natalia elinde poşetle bir Hans’a bir Marcella’ya baktı. “Bunun benim alışveriş günüm olması gerekiyordu. Fazladan bir yardımcıya ses çıkartmam ama kaytarabileceğini düşünüyorsan Hans.. Aklından bile geçirme.”

    Kahkaha atan Marcella elini Hans’ın elinden çekti ve kasaya doğru geri geri bir adım attı. “İsterdim ancak halletmem gereken birkaç şey var. Sonrasında bir planın yoksa Hans, evimi biliyorsun.” Genç adam kızın evine daha önce hiç gelmemişti, en azından içerisine. Birkaç kez kendisini liseli aşıklar gibi zannedip kızla evine kadar yürümüştü ancak hepsi buydu. Cisimlenmektense, yürümeyi tercih eden bir insandı çoğu zaman Marcella. Koruması gereken bir formu vardı. Eh, bu durumda da Hans onun ideal eşiydi. Ona göz kırptı ve davetini resmi olarak onayladı. Ardından Natalia’ya döndü. “Jack’e hayatının en güzel gecesini yaşatacaksın, biliyorum."

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimeC.tesi Mayıs 10, 2014 8:26 am


    Natalia gözlerini devirerek yanlarından ayrıldığında onu fark bile etmemişti Hans. Hemen yanındaki genç kız mutlulukla parmaklarını kendi dövmeli parmakları arasına geçirmiş, uzun zamandır ortalarda olmadığını ancak elindekileri kendisi için aldığını söylerken onun en az gittikleri tatil beldesindeki deniz kadar berrak olan gözlerine bakıyor ve genç kızın değimiyle bulunmazı oynadığı zamanlarda onun yanında olsaydı şuan her şeyin çok daha farklı olacağını düşünüyordu. Natalia'nın seslenişini ve ardından Marcella'nın gitmek zorunda olduğunu söylediğini işitti ancak ne "Kal." diyebildi, ne de kızın bariz davetinin ardından göz kırpıp "Elbette ki orada olacağım." Yalnızca orada durdu bu sefer, genç kız neşeyle göz kırpıp davetini tasdiklerken ve hemen ardından Natalia'ya Jack hakkında destek verirken gülümsedi Hans ve sonra Marcella kendi ödemesini yapmak için kalırken, normalde yapmayacağı şekilde Natalia'nın onu zorla çekip Marcella'yı öylece bırakarak mağazadan çıkarmasına izin verdi. Marcella gülümsüyordu onun haline, Hans'sa en azından onu bugün üzmediği için mutlu oldu: O günün gelmesinden nasıl korktuğunu da ilk kez o an fark etti.

    Natalia ile alışveriş merkezinin içinde yürürken genç kız omzuna neredeyse sert denilebilecek bir şekilde vurup konuştu "Marcella Oswald demek?" Sarı kaşları muzur gözlerinin üzerinde çatılmıştı. "Bana ne zaman söyleyecektin acaba?" Gülmeye zorladı Hans kendisini ve şakayla karışık bir şekilde cevap verdi "Asla!" diyerek "Tüm okul bizi öğrensin istemiyor-duk... Hala istemiyoruz, çeneni kapalı tut Rus Kızı: Görmedin, duymadın, bilmiyorsun."

    "Ben Roxana değilim," dedi alınmış bir şekilde ancak Hans kaşlarını kaldırdı tüm ortak salon onun yüzünden boxerlarının rengini bile bilirken ve Natalia gözlerini devirdi. "Aslında güzel bir çift olmuşsunuz." diye başka bir konuya geçti böylece ancak Hans onu engelleyip konuyu acaba Jack ve onun nasıl bir çift olacağına getirdi. Konuşma ilerlerken, mağazalar dolaşılırken ve her saniye genç kızın buluşacağı saat yaklaşırken Hans'ın elinde birçok torba birikmiş ve halen Natalia için tam aslında istedikleri kıyafeti bulamamışlardı. Yeni bir mağazaya girmeden önce damatlık satan bir mağazanın vitrinine bakakaldı Hans gözü dalmış gibi. Birkaç gün sonra bunlardan birisinin içinde olacağını düşünüyor ve bu düşünce onu pek de iyi hissettirmiyordu. Aslında damatlık alıp almamaktan bile emin olmadığını fark etti o an, normal giysilerle evlenip öylece atlatmalılardı bu günü, sonuç olarak düğün fotoğraflarını duvara asacakları mutlu bir evlilik olmayacaktı bu, abartı nedendi ki? Ancak Roxana'nın bu fikre hararetle karşı çıkacağını şimdiden hissediyordu. Baktığı mağazanın kapısından içeri mutlu bir çiftin girdiğini gördü, ardından Natalia'nın dürtmesiyle kendisine geldi. "Bakıyorum birileri tatlı hayaller kurmaya başlamış, Marcella ve Hans; yılın düğünü!" Genç kız gülerken Hans "Kapa çeneni Rus Kızı!" dedi sertçe, ancak kızın yanlış anlayışını düzeltmedi. Bugün Natalia'nın mutlu günü olmalıydı: Hans'ın hayatı düşünmesi gereken son şeydi. Öte yandan ona söylemeliydi, düğününde tanıdığı üç kişi olacaksa birisi yanındaki genç kızdan başkası değildi çünkü.
    Hans'ın kızışı üzerine gülüşünü daha da arttıran genç kızın omzuna attı bir kolunu ve diğeriyle önlerindeki girmedikleri yegane mağazalardan birini gösterdi torbalar halen elindeyken. "O kıyafeti bulacağız aşkım!"




En son Hans Finn Landers tarafından Paz Mayıs 11, 2014 4:17 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
My Love. Left_bar_bleue97/100My Love. Empty_bar_bleue  (97/100)

My Love. Empty
MesajKonu: Geri: My Love.   My Love. Icon_minitimeC.tesi Mayıs 10, 2014 8:35 am

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
My Love.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» love is now a feat but without love I won't survive ~
» give me love.
» hey sister, ı love you. || Finlay.
» we found love in a hopeless place.
» your love is just a lie. (BITCH)|season finale.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Ü L K E L E R :: Londra-
Buraya geçin: