Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Before The End

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Before The End Left_bar_bleue97/100Before The End Empty_bar_bleue  (97/100)

Before The End Empty
MesajKonu: Before The End   Before The End Icon_minitimePerş. Ağus. 23, 2012 12:40 am

Before The End Before_the_end_by_sbduman-d5c8enc
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Before The End Left_bar_bleue97/100Before The End Empty_bar_bleue  (97/100)

Before The End Empty
MesajKonu: Geri: Before The End   Before The End Icon_minitimePerş. Ağus. 30, 2012 9:32 pm

    ~~öncesi

    Hesaplamadığı tüm o geçen zaman boyunca yaptığı gibi yazdığı son mektup parçasını da buruşturup yere attı. Yazdığı her kelime düşüncelerini öylece ortaya koymaktan başka bir şey değildi, hatta incelenirse mektupla uzaktan yakından alakası yoktu ancak tüm bu yazdıkları olan biteni daha iyi idrak etmesini sağlamıştı. Tüm o birbirine girmiş düşünceleri ve aklında dönen fırtınalar birer birer kağıda geçtikçe sihirli bir şekilde birleşmiş ve mantıklı birkaç açıklamaya dönüşmüşlerdi sanki. Sonunda kavuştuğu bu iki cevap zihnindeki oyukları doldururken kafasını önündeki masaya sertçe dayadı ve gözlerini kapatarak olan biteni tamamen kurguladı.

    Gözlerini tekrar açtığında elindeki kızıl tüylü kalemi -evet, muggle dünyasında da tüylü kalem kullanıyor, öyle alışmış çünkü- masaya bırakıp oraya buraya attığı parşomenleri şömineye atmak üzere toparladı. Çoğunun "Erica," diye başlaması dikkatini çekti, bir ikisinde "Gordon," diye başlamıştı sadece ve sonuç olarak her ikisine de bir şey söylemeyecekti işte ama yine de hayatı boyunca cidden açılabildiği tek kişinin Erica olduğunun farkındaydı. Erica'yla ne zaman bu kadar yakın olduğunu hatırlamıyordu pek ama büyük ihtimal oldukça ufak olduğu bir zamana dayanıyordu bu. Onu en iyi tanıyan insandı Erica, ancak yine de tamamen değil.. Kız okuldan mezun olduğunda yazışacaklarına dair söz vermişti, ama aradan geçen koca yaz tatilinden şuan içinde bulundukları yarı tatile kadar yazdıkları şeyler bir elin parmağını zor geçiyordu. Bazı insanlar vardır; gerçekten seversiniz, ancak karşınızda olmayınca diyeceğiniz her şey anlamını yitirir ve o an anlarsınız ki istediğiniz tek şey onun size güç veren varlığıdır. Erica da öyleydi işte Hans için ve şuan yokluğu oldukça hissediliyordu. Mektupların hepsi şöminenin kızıl ateşinde birer ikişer küllere dönüşürken, alevlerin ordan oraya dalgalanışlarını izledi, ardından kalkalı pek zaman geçtiğine inanmadığı kanepeye üstündeki giysileri çıkarmadan öylece uzandı, rüyasız bir uyku istiyordu: hızla sabaha ulaşmak.

~*~
    Tüm gece öylece dönüp durdu, nadiren daldığı birkaç seferde de sıçrayarak uyandı. En sonunda yeni günün pencereler yavaşça aydınlanırken alarmın çalmasını beklemeden kalktı. Ev o kadar sessizdi ki kulağına Natalia'nın uyurken çıkardığı kulağa sanki kız güzel bir rüyanın içindeymiş gibi gelen küçük sesler çalınıyordu, loş evde yayılan bu sesler belki dün olsa Hans'ı gülümsetirdi ancak şimdi kızın uzun zamandır fark ettiği durgunluğundan sonra duyduğu bu mutlu seslerin nedenini bile merak etmedi.

    Üzerindeki giysiler oldukça deforme olmuş görünüyordu ve bunun neden olduğunu bile hatırlamıyordu. Zamanda sıçramaya bağlamıştı tüm bu olanları, kendisi fark etmeden birden ileriye gitmişti. Nedenini veya nasıl olduğunu pek bilmiyordu ama dün gece bulduğu en iyi tezlerden biri buydu ve şuan pek de sağlam görünmüyordu. Ama cebindeki paraları da açıklayan yegane şeydi bu fark etmeden sıçramıştı; yaşananlar yine olmuştu ama o fark etmemişti. Peki. Peki o adam kimdi? Üstüne renk veya uyumu önemsemeden eline aldığı temiz kıyafetleri öylece geçirirken aklından geçen buydu. Dün aklından geçen buydu. Uyumaya çalışırken aklından geçen buydu. Bundan bıkmıştı. Çıkardıklarını öylece kirliye atarak salona gelip çantasından yeni asasını ilk kez kutusundan çıkarıp eline aldı. Uzun, siyah ve parlak bir şeydi bu. İlkokulda kullanmasına izin verilmeyen yalı boya fırçalarına benziyordu. Dudağı isterik küçük bir gülümsemeyle kıvrıldı bir anlığına ve ardından asayı sallayarak kendisini o garip hisse teslim etti. Cisimlenmek, büyücü olduğunu öğrendiği andan beri en çok özendiği dalga olmuştu hep ve altıncı sınıfta bunun için dersler sonunda başladığında ilk başaranlardan biri olmuştu ve şimdi, günün sıradan faaliyetlerinden biri bile değildi onun için, sadece ince bir borudan geçiyormuş gibi bir hisle gelen anlık yer değiştirmeydi.

    Diagon Alley'nin tozlu kaldırımlarında öylece belirdiğinde dengesini bozmadan madam Angela'nın Pasta Dükkanına doğru yürüdü. Alley sinir bozucu şekilde sessizdi. Gözlerini yakarcasına ona bakan güneşe karşı gözlerini kıstı ve oldukça erken olduğunu bilmesine rağmen madam Angela'nın dükkanı açmış olduğunu bilmenin verdiği kararlılılıkla yürüdü. Çoğu kişinin çoktan geldiğini görebiliyordu. Siyahi asa hala elinde sallanırken Bay Ollivander'ın dükkanının önünden de geçti ve adamı görmemiş gibi yaptı, nedense, dün karşısında olanlardan sonra yaşlı adama görünmek istemedi. Açıklayabileceği bir nedeni yoktu, varsa da o kelimeyi bilmiyorum.

    "Hey!" Orta yaşlı bir kadının çırtlak sesiyle boş sokak yankılandı. "Hey, evlat!" Hans, direk arkasını dönerek topuklu ayakkabılarıyla kendisine koşmakta olan kıvırcık saçları başının her tarafına yayılmış sarışın kadını bekledi. Kadın sonunda yanına kadar gelip soluklandığında, Hans onu tanıdı. Miss Iris'di bu, saçları ve kıyafetleri daima rengarenk olan Diagon Alley kuaförü: Madam Angela ile iyi arkadaştılar, Hans da o nedenle tanıyordu zaten. "Herkes dün olanları konuşuyor." dedi, sonunda konuşabileceği kadar nefes topladığında ancak her zamanki neşeli tonundan eser yoktu "Şifacılar bir şey bulabildi mi? Yoksa zavallı Andrew halen baygın mı? Onu ne kadar sevdiğimi bilirsin, herkes bilir, özellikle zavallı Angela'ya olanlardan sonra, Andrew da-" konuşmanın gerisini duyamadı sanki. Madam Angela'ya yada kadının sefil değimiyle 'zavallı' Angela'ya ne olmuştu ve Andrew? İçi içini kemirirken bunları sormaya korktu, çünkü kadına hiçbir şey hatırlamadığını söylemek istediği şeylerden hiçbiri değildi. Kadın sözlerini tamamlarken gözündeki yaş damlasını sildi ve Hans'ın omzuna sıkarak "Çok kahramanca bir şey yaptın evlat, Angela senle gurur duyardı.." Kadın bunları söyledikten sonra kafasında silik bir anı gibi bir iki görüntünün belirdiğini hissetti, kötü şeyler olmuştu. Çok kötü şeyler. Üzgün ve şaşkın bir ifade doğal bir şekilde yüzünde belirirken yaşlı kadın kendisine sarıldı ve teşekkür etti ardından koşarak dükkanına döndü. Yapmadığı bir şeyden dolayı teşekkür almış gibi hissetmekle beraber tüm olanların kendi hatası olduğuna dair kocaman bir his de vardı içinde. Bu iki his de öylesine gerçek ve can sıkıcı duruyordu ki! Yapacağı şeyi biliyordu. Sihirli kelimeleri düşünürken asayı bir kez daha kullandı bu kez durak St. Mungo olacaktı.

~*~
    Hastane bahçesine cisimlenip gotik kapıdan içeri girdi, her hastanede olduğu gibi burda da o bilindik hava vardı. İlaç, endişe ve beklenti her köşeyi doldurmuştu. Bembeyaz duvarlarından robot gibi yürüyen insanlara kadar her şey oldukça iticiydi ve buraya son geldiği zamankinden farklı görünmüyordu. Andrew Ross. Soracağı isim buydu zira nasıl bir sebepten burda olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu, tek bildiği basit bir nedenden ötürü olmadığıydı. "Şifacılar bir şey bulabildi mi?" demişti yaşlı kadın. St. Mungo gibi kapasamlı bir hastane de bu duyulacak en saçma ve gereksiz soruydu belki de ama Miss İris şaka yapıyor gibi görünmüyordu.

    Danışma gibi bir bölüm görünce direk yaklaşarak ismi sordu, alımlı genç bir kızdı burada bulunan kişi: bir sorunu olmayan insanların onu oldukça hoş bulacağı biri. Ama çoğu St. Mungo ziyaretçisinin onun güzelliği üzerinde pek duramadığı aşikardı. Hans bile cevabı alıncaya kadar bekledi ve ardından duyduğu yöne doğru hızla ilerledi. Andrew Ross, 402 no'lu oda, Yaratıkların Yol Açtığı Yaralanmalar.

    Kapının önüne vardığında içerden çıkan iri şifacıyla burun buruna geldiler. Adam kapıyı kapattığında bu sabah duyduğu soruyu kendi düşüncesiymiş gibi telaşla sundu "Bir şey bulabildiniz mi? Sizce iyileşecek mi?" Şifacı, şifacılarda alışık olunmayan üzgün bir suratla ona baktı, sanki Andrew'nun duymasından endişelenir gibi yavaş bir tonda cevapladı genç oğlanı "Bu tarz bir yaralanmaya neyin yol açtığını bile anlamış değiliz. Neredeyse ilk kez başımıza geliyor ve inan bana, kardeşin için elimizden ne geliyorsa yaptık." Buraya geldiğinden beri duymayı beklediği sözler bunlardı, evet. Ama yine de kendisini buna hazırlamış değildi. Sanki hala uyanmadığı kötü rüyalarından birindeydi ve birazdan Natalia'nın yaktığı bir yeni yiyeceğin kokusu burnuna dolarken uyanacaktı. Öyle olmasını umuyordu ancak somut gerçeklik karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktu. 'O benim kardeşim değil.' bile diyemedi. Madam Angela gibi o da kayıp gidiyorsa, bunun ne önemi vardı ki. Şifacı gitmeden ekledi "Angela Ross? O nerde?" Adam oğlanı göz ucuyla süzdü ve "Dün, buraya getirildiğinde çoktan hayatını kaybetmişti, oğlunun defnedilme işlemleriyle ilgilendiğini duydum. Hans diye bir çocuk.." Hans yutkunmakla yetindi ve bi daha görmeyeceğini düşündüğü bu adama açıklama yapmadan teşekkür ederek Andrew'nun odasına girdi.

    Dün. Andrew ve madam Angela'yı hastaneye taşıyan, ardından madam Angela'nın deft işlemlerini halleden ve Andrew'nun yaşıyor olmasını sağlayan kendisiydi. Kendini Madam Angela'nın oğlu olarak tanıtıp formalitelerden kaçmış olması da olasıydı. Zira tüm bunları yaptığını da yavaş yavaş hatırlıyordu. O zaman, zamanda sıçrama teorisi saçmalıktan başka bir şey değildi. Her şeyi kendisi yaşamıştı, bu yadsınamazdı.

    Beyaz yatağa yatırılmış uyuyan bedene doğru ilerledi. Odada her ikisinin nefes alıp verişlerinden başka ses yoktu. Sadece Andrew'nunkiler çok daha zor duyuluyordu. Oğlan her zamankinden daha dirençsiz görünüyordu, uyuyan küçük bebeklerden farklı sayılmazdı. Zaten açık olan ten rengi iyice beyaza dönmüş ve koyu renkli saçları peruk gibi durmuştu. Avada Kedavra gibi bir lanette saç renginin de korkuyla beyaza döndüğünü biliyordu, demek ki Andrew'ya her ne yaptılarsa korkmak için zamanı bile olmamıştı. Andrew yaşça Hans'dan büyüktü. Ama yine de on yediden fazla göstermezdi, tüysüz bebeksi suratının ve çelimsiz vücudunun bu konuda oldukça katkısı vardı tabi. Yanına vardığında oğlanın baş ucuna çömeldi ve tüm olanların sorumlusu kendisiymiş gibi utanç içinde oğlana baktı. Söyleyeceği her kelime boğazında düğümlenirken bu ailenin yanında geçirdiği güzel günleri düşünüyordu. Felaketin kendisiydi o. Her gittiği yere hüzünden başka bir şey götürmüyordu, öldürülmesi gereken yegane virüstü. Gözünde bir damla belirdi. Gözlerini kırpıp elinin tersiyle sildi onu, kendinden nefret ediyordu, göz yaşlarından da.

    Ardından Andrew'nun kısık sesini duydu. Demek uyanmıştı. Becerebildiği kadar gülümseyerek ona baktı, öleceğini bildiği birine öleceğini söylemenin daima en mantıklısı olduğunu düşünürdü oysa şimdi bunu becerebileceğini sanmıyordu. "Sana bir şey söylemek istiyorum." dedi Andrew zorlukla, Hans başıyla onayladı ve nedir gibisinden oğlana baktı "Hep söylemek istedim," Andrew'nun yorgun mavi gözleri kapanıyordu. Hans ona kendisini yormamasını söyleyebilirdi ama çocuğu susturmakta hiçbir mantık bulamadı. "..öleceğimi biliyorum, Hans. Bunun son olduğunu..." derin bir nefes aldı, sanki son olduğunu bilir gibi. "Yalnızca bilmeni istiyorum," bebek yüzlü çocuğun suratında sonunda söyleceği sıkıntılı şeyden kurtulyormuş gibi bir ifade vardı, ardından güçlüklükle açtığı mavi gözlerini Hans'ınkinde birleştirdi. "Ben, seni gerçekten sevdim ve seviyorum da." Bahsettiği şeyin kardeşçe bir sevgi olmadığı apaçıktı ve ölmeden önce yaptığı tek şey masum sevgisini sonunda açıklamaktı. Normalde böyle bir şey duysa vereceği tepkilerin hiçbirini vermedi. Andrew onun kardeşi gibiydi, onun nasıl biri olduğunu bilirdi ve ona karşı şuana kadar hislerini belli eden hiçbir şey yapmamıştı. Daima utangaç küçük bir oğlan gibiydi Andrew ve şimdi de Hans'a kaybedilen bir dosttan fazlasını ifade etmiyordu. Bu saniyeden sonra ne olursa bu beyaz odadan dışarı çıkmayacağını biliyordu, o nedenle eğildi ve eski bir dostun son isteğini yapar gibi oğlanı yavaşça öptü. Oğlanın nefesi hissedebiliyordu ve biliyordu ki bu sonuncuydu, Andrew artık yoktu.

    Çocuğun gözlerini kapatıp üzerindeki pikeyi düzeltti. Ölümün sessiz kollarına aldığı çelimsiz çocuğa bakarken hissettiği acıdan çok suçluluktu ve bunun başına ilk kez gelmediğini biliyordu. Felaketin kendisiydi o. Her gittiği yere hüzünden başka bir şey götürmüyordu, öldürülmesi gereken yegane virüstü, ve hala da yaşıyordu.

~*~
    Aşağı inip tüm evrak işlerini halletti ve Ross ailesini çağırılan uzak akrabalarına teslim edene kadar St. Mungo'da bekledi. Bildiği kadarıyla olanları özetledi, teşekkürleri kabul etti ve üzüntüleri paylaştı.

    En sonunda tek başına kaldığında kaçıncıya geçtiğini bilmediği bir koridorda tek başına yürüyordu. Ya şöminelere gidecekti yada tekrar hastane bahçesinden cisimlenecekti. Ancak dediğim gibi bu pek de umrunda değildi. Yan tarafta hızla yürüyen kötü saç kesimli bir kız dikkatini çekti. Onu tanıyordu. Yani o saç kesimini unutmak içten değildi, zira kızın göz rengini bile hatırladığını sanmıyordu. Garip bir ismi vardı -Daenerys- ki Hans bunun onun gerçek ismi olup olmadığı konusunda şüpheye düşmüştü. Ama hayatı boyunca bir daha konuşmayı planlamadığı biri olduğu için bu pek de umrunda değildi. Kızın St. Mungo'da ne işi olduğunu düşünmekten kendisini alamadı ancak bilinci ona tembel cevaplardan ötesini sunmuyordu. Kendi yoluna devam etti ve sonunda hastanenin dışına çıkarak evine cisimlendi.

    son.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Before The End
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: B Ü Y Ü C Ü D Ü N Y A S I  :: St. Mungo Sihirsel Hastalıklar Hastanesi :: Yaratıkların Yol Açtığı Yaralanmalar-
Buraya geçin: